Oldum olası Kaeya'dan nefret ettiğimi düşündüm. Gerçekten onu ilk tanıdığım andan ilk kaybettiğm ana dek ona karşı olan hislerimin sadece ve sadece saf nefret olduğunu düşündüm. Eminim ki Kaeya da öyle düşündü. Özellikle babamın ölümünden sonra kendini iyice sakınmaya başlamıştı çünkü. Hayatımda hiçbir zaman bunun için sadece Kaeya'yı suçlamadım, ona öyle yaptığımı söylemiştim lakin her zamanki gibi o an da yaptıklarımla düşündüklerim bir değildi.
Kaeya babam öldükten sonra Dawn Winery'den tamamen ayrıldı ve o koskoca yerde beni tamamiyle yalnız bıraktı. Ona gitmemesini söylemedim, kalmasını da söylemedim. Sadece hiç konuşmadım, o da hiçbir şey söylememişti o zamanlar. Sadece eşyalarını almış ve Adelinde'ye ayrılacağını söylemişti. Bana veda etmemiş, gideceğini söylememişti, belki de kavgamızdan ötürü kendini suçlu hissediyordu bilmiyorum, ancak ben yanıma gelmesini gerçekten beklemiştim.
Daha sonrasında onunla olan ilişkimiz iyice kötüleşmeye başladı, bir süre sonra birbirimizi gördüğümüzde yüz çevirir olmuştuk ve Kaeya katedralden Rosaria ile fazla yakınlaşmaya başlamıştı. Sık sık Angel's Share'e gelip şarap içerken laflarlardı, laf bana da gelirdi ama bir süre sonra aldırış etmeyi bile bırakmıştım. İçimde oldukça çirkin bir his budaklanıyordu onu her Rosaria ile gördüğümde. Sinirleniyordum, belli etmemeye çalışsam da hareketlerime ve yüzüme yansıyordu ve Kaeya bunu fark ediyordu. Hatta bir gün bana bir soru sormuştu -ki o soru hâlâ daha kalbime saplanır ve beni yerle bir eder-
"Senin bu nefretini hak edecek kadar ne yaptım ki Diluc?"
Hiçbir şey yapmamıştı. Sorun zaten biraz bundan kaynaklanıyordu, Kaeya geç kalmıştı. Hayatımda ilk defa geç kaldığını görüşüm değildi ancak ilk defa bu kadar içime batmıştı o zamanlar, asla inkar edemem.
Ve ben Kaeya'ya cevap vermedim, elimdeki bardağı kurularken öylece tezgahı izledim. Rosaria işi olduğunu söyleyip gideli çok oluyordu ve saat gece yarasını geçmişti. Kafası güzeldi belli ki, yoksa bana asla böyle bir şey sormazdı, cevap vermeyeceğimi bilirdi çünkü.
"Özür dilerim, yaptığım, yapamadığım ve yapamayacağım her şey için."
Bir de böyle demişti, şarabının son yudumlarını alıp kalkmadan önce. Basit bir özür cümlesi gibiydi fakat benim için o kadar basit değildi, Kaeya benimle olan her bağını tek bir hamlede kesmiş gibi hissettirmişti çünkü. Nefret veya sevgi, aramızda ne kalmışsa artık, her biri bu sözlerin altında ufalanıp gitmişti.
Ağlamak istediğimi hatırlıyorum, belki de hiçbir zaman bu kadar ağlamak istememiştim.
Ve o an Kaeya'ya karşı hissettiğim şeyin aslında nefret olmadığı yavaş yavaş yüzüme çarpmaya başlamıştı.
Kaeya'ya olan hislerim nefret kadar basit olmamıştı hiç.
"Sevgili Diluc;
Sana gerçekten korkmadan veya çekinmeden seni sevdiğimi söylemek isterdim ancak bu mümkün olmadı hiçbir zaman. Vazgeçmiş değilim, aşkının arkasında bir adam olarak bu satırlarda ifade edeceğim bunu. Belki bir gün eline geçer de şöyle bir bakarsın diye, belki beni hatırlarsın diye, belki benden nefret edişinin kalbimi ne kadar kırdığını bilmek istersin diye...
Evet, doğru. Seni hayatım boyunca sevdim ve hiçbir zaman pişmanlık duymadım, lakin söyleyecek cesareti de asla bulamadım içimde. Çünkü nefretinin ne kadar köklü olduğunu biliyordum, bu yaptıklarımdan sonra karşına geçip aşkıma karşılık vermeni bekleyecek kadar da hayalperest değilim. Ama bilmeni istiyorum, seni ilk gördüğüm andan vereceğim son nefesime kadar, her şeyimle seveceğim.
Ve tatlım, gerçekten de benim için her şeyden önemli olduğunu bilmeni istiyorum, kendimden bile çok fazla. Bu yüzden seni hiçbir zaman üzmek istemedim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
söylenenler ve söylenemeyenler | kaeluc
Fanfic"Belki de sen haklısındır, Diluc. Belki de söylediğin hiçbir şeyi kastetmemişsindir. Ancak ben artık kastetmek istediğin hiçbir şeyi anlamıyorum."