GİRİŞ

134K 4.7K 1.1K
                                    

Kaçıncı kitabım oldu ama heyecanım her defasında daha yükseliyor. Sizinle burada yeni kurgular paylaşmanın heyecanı hiç bitmeyecek sanırım.

Seher Yeli kitabından tanıdığımız Gülfem ve Kadir'in kitabıdır. O kadar çok mesaj ve yorum geldi ki hikayelerini yazmak farz oldu. Umarım keyifle okursunuz, biraz farklı bir kurgu olacak benim için🤍

12/10/2022

Başlangıç tarihinizi bu kısma yazabilir misiniz?

Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin, yazdıklarınız benim için çok değerli ve önemli 🥹

Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin, yazdıklarınız benim için çok değerli ve önemli 🥹

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



Trabzon

17 Kasım / 2015

Bu gece yağmur taneleri yeryüzüne şiddetle iniyordu. Sanki gök ortadan ikiye ayrılmıştı. Trabzon'un en çok yağış alan gecelerinden biriydi. Karanlığın içinde yürüyen adam, hızlı adımlarına rağmen saniyeler içinde sırılsıklam olmuştu. Üstünde yağmurun geniş göğsüne yapışmasına neden olan siyah gömleği vardı sadece. Arabasından fırlar gibi çıktığında paltosunu giymeyi akıl bile edememişti. Ama iç titreten soğukluk tenine işlemiyordu. Çünkü öfkeyi çelik bir yelek gibi giymişti üstüne. Kadir Agah Varol'un bedeninden taşan öfkesi, yakıcı bir volkandı ve kanını bir lav gibi damarlarının içinde akıtıyordu.

Büyüdüğü bahçeden içeri girdiğinde memleketi bile yabancıydı ona. Oysa uzun yıllarını bu şehirde bu bahçede geçirmişti. Ahşap evin önünde durduğunda yumruk şeklinde olan elini kaldırıp ağır ağır kapıya indirdi. Çıkan güm güm sesleri tam üç kez tekrarlandı. Kapı açıldığı zaman yüzüne çarpan sıcak havayı hissetmedi. Elini indirip görmeyen gözlerle evin içine girdi. Attığı adımlar arkasında çamur izleri bıraksa da umursamıyordu. Büyük salonun orta yerine kadar yürüdü. Merdivenlerin karşısında geçtiğinde çamurlu botlarıyla durdu ve başını kaldırıp boş merdivenlere baktı.

"Mehmet İdris Varol!" diye seslendi sonra. Mehmet İdris Varol, yani babası. Elli sekiz yaşındaki babası, bugün onun için baba sıfatını yitirmişti. Yıllar önce incelen bağlar bugün tamamen kopmuştu. Bu kopuşun geri dönüşü yoktu.

Geçen saniyeler öfkesini azaltmak yerine arttırıyordu. Tekrar bağıracağı sırada merdivenlerin başında beliren adamı gördü. Yüzünde yine ketum ifadesiyle orada dikiliyordu. Bu ifade yüzündeki kırışıklığı belirginleştirmişti. Gür kaşları çatıldığında oğlunun yüzüne sert gözlerle baktı. Agah'ın öfkesinin nedenini biliyordu. İnsan nedeni olduğu şeyi nasıl bilmezdi. Ateşe körükle gitmemek adına ağır adımlarla merdivenlerden inmeye başladı. Maçkalı Agah, kan çanağı olmuş gözleriyle karşısındaki adamdan gözlerini bir an olsun kaçırmadan izledi.

Dişlerini birbirine bastırdığında boğazı düğüm düğümdü. "Yine yaptın," dedi. Boğuk sesi nefretle yıkanmıştı. Babası tam karşısında durdu. Hemen hemen aynı boylardaydılar. Bu yüzden karşı karşıya geldiklerinde aynı renk koyu mavi gözleriyle birbirlerine dik dik baktılar. "Elindeki kan kurumadan..." dedi Agah ve sertçe yutkunduktan sonra suçlayıcı sesiyle devam etti. "Ablamın kanı kurumadan kardeşimi... Nevra'mı aynı ateşe attın."

Bir Gönül Davası (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin