Chapter 11.

122 15 0
                                    

Sınıfta ne kadar süre durdum, bunun ne kadarı ağlayarak, ne kadarı boş gözlerle karşıya bakarak geçti bilmiyordum. Tek bildiğim şansımın tadilatta olduğu için kullanılmayan bir sınıfa girecek kadar yaver gitmesine minnettar olduğumdu. Zil kaç kere çaldı, koridorda kaç şaka yapıldı, kaç neşeli kahkaha duyuldu, saymadım. Telefonum kaç kere titredi, kaç kere duymazdan geldim, umursamadım. İnsanlar annem hakkında konuşmuştu. Onun hakkında dedikodular çıkarmışlardı. Onu sevmiyorlardı.

Neden?

Sırf İskoç asıllı diye mi?

İnsanlar benden de mi nefret ediyordu?

Yüzüme karşı yalan söyleyen kaç kişi vardı?

Başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Telefonumu çantamdan çıkarıp saate baktım. 14:33. Okulun bitmesine yaklaşık bir saat vardı ve son teneffüs zili henüz çalmamıştı. Telefon ekranımda 18 cevapsız arama ve 7 mesaj vardı. Hiçbirini açmadım. Oturduğum yerden kalktım, sırtım ve belim ağrımıştı ve bacaklarım uyuşmuştu. İç çekip bacaklarımı biraz esnettim, çantamı omzuma asıp burnumu çekerek sınıftan çıktım. Koridorda kimse yoktu, en yakın lavaboya gidip kapıyı kapattım. Aynaya bakmadan da korkunç göründüğümü biliyordum ama bu görüntü korkuncun da ötesindeydi. En son gözlerim bu kadar şiştiğinde annemin cenazesindeydim.

Makyaj yapmamış olmam iyi bir şeydi yoksa çoktan yağmurda kalmış bir palyaçoya dönmüş olurdum.

İç çekip saçlarımı tekrar topuz yaptım, kollarımı sıvadım ve yüzüme soğuk su tuttum. Gözlerim batıyordu, yanaklarım gergin gibiydi ve acıyordu.

Ağlamaktan nefret ediyorum.

Yüzümü toparlanmanın imkanı yoktu elbette ama saatlerce ot çekmişim gibi görünen gözlerle gezmemek için elimden geleni yaptım. Yüzümü kurulayıp nemlendirici ve kapatıcı sürdükten sonra kendime baktım. Yüzüm normale yakın görünüyordu ama gözlerim beni ele veriyordu. İç çekip çantamı omzuma astığımda zil çaldı.

Lanet olsun.

Kapüşonumu başıma geçirip derin bir nefes aldım ve başım önde, tuvaletten çıktım. Kalabalığa karışmayı başarmıştım, şimdi tek yapmam gereken kapıya ulaşmaktı.

"Rachel?"

Duymamış gibi yap, duymamış gibi yap...

Yürümeye devam ettim ama ses gittikçe yaklaşıyordu. Koşmaya başlarsam kaçtığımı düşünecekti. Zaten kaçıyordum ama bunu bilsin istemiyordum. Neden? Hiçbir fikrim yok.

Sonunda kolumu yakaladığında artık kaçamayacağımı anlamıştım.

"Rachel neden benden kaçı-... sen iyi misin?" Joshua yüzümü -gözlerimi- gördüğünde ifadesi bir anda endişeli bir hâl aldı ve yüzümü ellerinin arasına alıp yanaklarımı okşadı. Tamam, bunu beklemiyordum. Biraz tuhaf baktığımı görmüş olacak ki ellerini yüzümden çekip omuzlarıma koydu. İç çekip "Benim için hoş bir gün değildi." dedim. Endişeli bakışları yüzümü taradı. "Konuşmak istersen beni bulabileceğini biliyorsun değil mi Rachie?" Biraz da olsa gülümseyip başımı sallayınca onun da dudaklarına küçük bir gülücük konduğunu gördüm. "Şey bu arada, Rebecca'yı gördün mü?" diye sordu.

"Görmedim ama büyük ihtimalle okuldadır. Son dersinin kimya olması lazım."

Utangaç bir şekilde gülümsedi. "Teşekkürler Rachie. Kendine dikkat et tamam mı?" Ben bir kez daha başımı sallayınca gülümsedi, bir kez nazikçe yanağımı okşadı ve geldiğimiz yönün tersi yönde yürüyüp kalabalığın içinde kayboldu.

Sanırım bu çocukla arkadaş olmalıyım.

Başka kimseye görünmeden okuldan çıkmayı başarınca rahat bir nefes aldım, kapüşonumu çıkarıp çantamdan müzik çalarımı buldum, kulaklıklarımı takıp rastgele modunu açtım. The Pretty Reckless'ten Heart'ın melodisini duyunca iç çektim, ellerimi cebime sokup eve doğru yürümeye başladım.

Adımlarım yavaş ve ağırdı, sanki ayaklarıma tonlarca yük bağlanmıştı. Dinlediğim şarkı değişse de aklımdaki soru değişmiyordu.

Neden?

Cevabımın olmaması beni daha da sinirlendiriyordu.

Eve girdiğimde kendimi koltuğa bıraktım, patlayacak gibi hissediyordum. İçimde biriktirdiklerim beni zehirliyordu. Birine anlatmalıydım. Beni yargılamadan dinleyecek birine sabahtan beri yaşadıklarımı anlatmalıydım. Ve bu kişinin kim olduğunu biliyordum.

Telefonumu alıp göz ardı ettiğim aramalara ve mesajlara baktım. 18 cevapsız aramanın ikisi babamdan 16sı kızlardandı. 7 mesajın da biri babamdan, biri Rebecca'dan, diğer beşi de kızlardandı. Babamın gece nöbeti vardı, Rebecca biyoloji dersine neden gelmediğimi soruyordu, kızlar ise görünüşe göre her yerde beni arıyordu. İç çektim, telefonumu arka cebime koyup kulaklıklarımı taktım, anahtarı cebime atıp evden çıktım ve yürümeye başladım.

Ağaçlarla dolu geniş alanı çevreleyen mermer duvarları görünce boğazıma bir yumrunun oturduğunu hissettim. Ne kadar yutkunsam da geçmezdi, biliyordum. Yürümeye devam edip açık kapıdan içeri girdim, ağaçların arasındaki kaldırımda ilerledim. Sağa dönüp devam ettim, toplam 362 adım vardı. 186, 187, 188, 189... Sola dönüp adımlarımı sayarak devam ettim. Kulaklıklarımı çıkarmıştım, kuş cıvıltılarını dinliyordum. Burada kuşların cıvıldaması bana hep tuhaf gelmişti, anlaşılan hâlâ aynıydı. Metrelerce yükseklikteki ardıç ağaçlarının dalları yuvalarla dolu olmalıydı.

358, 359, 360, 361...

362.

Boğazımdaki yumrunun büyüdüğünü, gözlerimin yandığını hissettim. Toprağa oturup belki binlerce mermer arasından beni en çok yaralayana baktım.

Emily Dylan
1973 - 2012
Sevgili hayat arkadaşı, anne, arkadaş.

"Merhaba anne."

Konuştum. Durmadan, gözyaşlarımı engellemeye çalışmadan konuştum. Hepsini anlattım. Anlattıkça hafiflediğimi hissetsem de, annemin bana sarılıp "Her şey güzel olacak bebeğim" diyemeyecek olmasının ağırlığı çöktü bu sefer üstüme.

Gözyaşlarım kuruyup sadece hıçkırıklarım kalana kadar anlattım. Sadece günümü değil, 3 yıldır ona anlatmak istediğim her şeyi anlattım. "Keşke yanımda olsaydın anne..." İç çektim, onu bırakmak istemiyordum ama gitmeliydim, hava kararıyordu ve eve yürüyüş yolu uzundu. Tekrar iç çekip mezar taşını öptüm, "Hoşçakal anne" diye fısıldayıp kalktım ve mezarlıktan yapabildiğim kadar hızlı çıktım.

Telefonumu cebimden çıkarıp en yakın arkadaşımın numarasını tuşladım, ikinci çalışta açtı. "Rachel?"

"Frankie, sana ihtiyacım var."

***

"Anlamıyorum Frankie, anlayamıyorum. 3 koca yıldır annem hakkında dedikodular dönüp duruyor ama ben bir tanesine bile denk gelmedim,bir kişiyi bile annem hakkında atıp tutarken duymadım. Mantıklı gelmiyor."

Frankie sessizce saçlarımı örmeye devam etti, yaklaşık 2 saattir benimleydi ve kafamı dağıtmak için mümkün olan her şeyi deniyor gibi görünüyordu.

"Frankie?"

"Hm?"

"Sen hiç duydun mu peki?"

Bir anlığına saçımdaki elleri durdu, sessiz kaldı. Birkaç saniye sonra lastik tokayı saçıma taktı ve iç çekti. "Duydum."

Engelleyemediğim bir şaşkınlıkla en yakın arkadaşıma döndüm. "Kimden?"

Tereddüt eden bakışlarını görünce homurdanmama engel olamadım. Bana Niall'ın bakışlarını hatırlatmıştı ve sinirle karışık kırgınlığımı su yüzüne çıkarmıştı.

"Bunu sana ben söylememeliyim Rachie." dedi, tekrar homurdandım. "Niall söyleyemez, sen söyleyemezsin, belki de beni de içeren dedikoduları yüzüme karşı söyleyebilecek tek kişi Jennifer mı yani?"

"Laura Colleen." dedi, ve ben bir kez daha şoka uğradım.

Laura Colleen, Martha'nın annesi.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 08, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Need a Little LoveHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin