"Herkesin derdi var bu hayatta, herkesin derdi var bu hayatla."
Sınavların açıklanmasının üzerinden günler geçmişti ve artık tercihlerin açılmasını beklemekten fazlasıyla sıkılmıştım. Niye bu kadar uzun sürüyor diye düşünmeden edemedim. Fakat sadece kendimizi düşünüp haksızlık yapmak yerine, milyonlarca kişinin sınava girdiğini de unutmamak gerekirdi. Sonuçta insanlar bizim için uğraşıyorlardı. Neyse ki bekleme süreci sona ermişti ve bugün tercih sayfası açılmıştı. Daha ilk günü olmasına rağmen, Ilgınla daha fazla beklemek istemediğimiz için hemen yapmak istiyorduk. Nereyi tercih edeceksin diye soracak olursanız, zor karar veren biriyimdir. Ama sanırım ilk araştırma yaptığım gün üç tane okul beğenmiştim. İşte, onları tercih edeceğim. Ama Ilgın ne yapacak gerçekten bilmiyorum.
Ilgınla her ne kadar aynı şehirde yaşıyor olsak da ailevi sorunlarımız yüzünden yalnızca telefondan ve bilgisayardan görüşme yapabiliyorduk. Ama bugün tabularımızı yıkıp başımıza gelecekleri göze alarak bir kafede buluşmaya karar verdik. Hem hasret giderecektik hem de tercihlerimizi yapacaktık. Buluşacağımız yer ikimizin de ortak noktasındaydı. Evlerimize uzaklığı neredeyse aynıydı. Sahilde bir kafeydi. Babamın evde olmayışını fırsat bilerek böyle bir karar aldım. Umarım eve döndüğümde onunla karşılaşmam ve yine bana aynı şeyleri yaşatmaz diye düşündüm. Buluşmaya giderken özenli bir şekilde hazırlandım. Ağır ve bir o kadar kadınsı bir kokusu olan parfümümü de sıktıktan sonra bilgisayarımı da çantama koyup ayakkabılarımı giyinmek için merdivenlere yöneldim. Dün çarpıp dizimi yaraladığım heykeli görünce biranda çocuksu bir tavır takınıp, ona karşı suratımı büzüştürdüm ve canlı bir heykel olduğunu hayal ederek başımı yukarı kaldırıp, gözlerimi kısarak yanından asil bir şekilde yürümeye başladım.
"Aaaa! İnanmıyorum ya! Saçıımm! İmdat! Ümran abla kurtar beni şu aptal heykelin elinden!" diye çığırdım. Demek ki Defne Balaban için, artistliğin- pardon asilliğin- bir anlamı yokmuş. Benim boylarımda olan heykelin pozu, iki elinin işaret parmaklarını havaya kaldırarak kollarını yanlara doğru açmış bir şekildeydi. Neden evin içinde böyle manasız bir heykel vardı ki? Bir an önce kaldırılması gerektiğini düşündüm. Her nasıl olduysa da yeni düzleştirdiğim saçlarım, gidip heykelin bir parmağına dolanmıştı. Çığlıklarımı duyan Ümran ablam gördüğüm kadarıyla merdivenleri ikişer ikişer çıkıyordu. Fakat yüzünde yanıma gelirken ki endişesi yoktu. Resmen bana gülüyordu; hayır resmen kahkaha atıyordu.
"Ümran abla! Gülmeyi kesip beni kurtarır mısın artık?" dediğimde yavaşça heykelin parmağına dolanan saçlarımı kurtarmaya çalıştı.
"Kızım sen bunu nasıl becerdin?" diyerek gülmeye devam etti.
"Gülmesene Ümran abla ya! Dün onun yüzünden dizimi yaralamıştım. Aşağı inerken yüzüne biraz kibirli kibirli bakayım dedim. Resmen kibrimde boğuldum. Ben bir daha bu heykelin yüzüne bile bakmam. Kaldıralım zaten bunu, çok manasız..." diye söylenirken artık saçlarım tamamen kurtulmuştu.
"Hayırdır sen hazırlanmış nereye gidiyorsun böyle Defne?"
"Tercihler bugün açıldı ya. Bizde Ilgınla birlikte yapmak istedik. Bu yüzden de bir kafede buluşup orada yapmaya karar verdik." Söylediklerim karşısında yüzüme şaşkın şaşkın baktı.
"Peki ya baban? Haberi var mı?"
"Valla artık umurumda değil Ümran abla. Canımdan bezdim. Bak sende görüyorsun, Yiğit abimin sözünden geldiğinden beri neredeyse eve gelmiyor. Sadece üstünü değiştirip gidiyor. Hiçbir şey söyleme gereği duymadan... Hatta birkaç gündür geceleri bile gelmiyor. O yüzden ben boş verdim, sende boşver. Ben evden çıktım diye geleceği tutarsa orasını bilemem tabi ama neyse... Hadi görüşürüz." diyerek yanağına ıslak bir öpücük kondurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUDA FISILDAYAN NOTALAR
Teen FictionMarketten aldıklarımızı, dolaplara yavaş yavaş yerleştirmeye başladık. Âmâ kavga seslerinden dolayı, bir türlü dikkatimi toplayamadığım için poşettekileri düşürüyordum ve sürekli kollarımı bir yerlere çarpıyordum. Kalbim olduğu yerden çıkacakmış gib...