Wade bir koltuğa çökmüş sessizce oturuyordu. Stark ile yaptığı konuşmanın üzerinden yarım saat geçmişti, yarım saattir oturduğu turuncu koltukta yarım saattir aynı şeyi düşünüyordu:
Nasıl?
"Beni işe aldı çünkü Peter'ı korumam lazım. Ama o aynı zamanda örümcek adam... Pekala diyelim onu korudum, nasıl bunu kendimi belli etmeden yapacağım? Örümcek hisleriyle nasıl başa çıkacağım? Oh tanrım..."
Yarım saatlik beyin fırtınasının ardından maalesef pek bir sonuç elde edememişti. Çok nadiren de olsa arada bir iyi fikirler veren geveze iç sesi ise sessizdi, muhtemelen kıvrılmış yatıyordu beyninin bir kıvrımında. Kafasının içindeki alışkın olmadığı sessizlik uykusunu getirmişti, Peter'ı nasıl koruyacağını ertesi gün düşünmeye karar verip üst kata, Peter'a nerede yatacağını sormak için çıktı.
"Peter, neredesin?"
"Sesimi takip et, Wade!"
Peter'ın sesi, koridorun sonundaki odadan geliyordu. Odanın kapısı diğer odalarınki gibi kırık beyaz değil, hardal sarısıydı. Kapının tokmağı ise diğer kapı kollarının aksine, kristal camdan kürelerden değildi onun yerine demirdendi ve üzerinde küçük işlemeler vardı, vintage havası veriyordu. Nedense Peter'ın gittiği her yere renk ve yaşam enerjisi getirdiği gibisinden bir düşünce Wade'in beyninin içine işledi. Gergince Peter'ın kapısını tık-tıkladı, 'gel!' dediğini duyunca içeri girdi.
Odada bir renk cümbüşü hakimdi, sadelik taraftarı olanlar bu odada kalp krizi geçirdi. Kitaplıktaki kitapların gerçektende rastgele yerleştirildiğini düşündü Wade, her kitabın konusu ve yazarı birbirinin nasıl bu derece farklı olabilirdiki sanki? HP Lovecraft, Stephen Hawking's ve Stephan Zweig, arada bir iki tane Junji İto mangası, hah, yakayı ele verdin! Diye düşündü wade, çünkü gözüne İron Man ve Kaptan America çizgi romanlarıyla dolu bir yığın kestirmişti, onun hemen yanında ise Adolf Hitler'in Kavgam'ı. Böyle bir kitap rafına sahip olmak için ya bilerek kitapları böyle dizmek ya da fazlasıyla dağının olmak gerekir diye düşündü.
Kitaplığın önünde kırış kırış açık yeşil bir armut koltuk, onun önünde armut koltuğun o salaşlık ve dağınıklığına hiç mi hiç uymayan ofis tarzı bir tahta bir sehpa vardı. Wade onun kitap okurken kahve içmeyi çok sevdiğini sehpanın üzerindeki sayısız bardak altından damlayan kahvenin çıkardığı yuvarlak şekilden anladı. Hiç silme zahmetine katlanmamıştı.
Kitaplığın önünde yatağı vardı, karmakarışık ekose desenli bir pike ve çeşit çeşit yastık. Pikachu'lu yastık, kocaman yastık niyetine kullanılan bir kaplan peluş oyuncağı, bir anime karakterinin chibi şeklindeki biraz küçük yastığı, ve düz beyaz pofudukmu pofuduk bir beyaz yastı- bekle yastık hareket etti! Yastık açıldı patileri, bacakları, kuyruğu ve en sonunda küçük kafası ortaya çıktı. Kendi kendine bu tatlılık karşısında gülümsedi Wade. Yastık zannettiği şey dünyanın en güzel kedisine dönüşmüştü. Bembeyaz uzun pofuduk tüyleri, toz alma fırçalarına benzeyen püsküllü bir kuruğu, küçücük ufacık kulakları ve koca kara gözleri vardı. Sanki gözlerinin akı yoktu, komple simsiyah göz bebeğinde ibaretlerdi, hiç beyazlık yoktu.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.