Yaslandığım duvarda daha rahat bir pozisyona giriyorum karşıdan gelen sarışını izlerken. Göz altları morarmış, dudaklarının rengi kiraz, saçları dağınık, beş günde ne kadar zayıflanabilirse o kadar zayıflamış ve kıyafetlerinden dahi ne kadar titrediği belli oluyor.
Ona kızamıyorum, gerçekten. Keşke kızsam da kendine dikkat etmediği için biraz çekidüzen verse yediklerine, uykusuna.
Buna rağmen öyle mutlu ki, tüm o yorgunluğu anında gitmiş gibi zıplaya zıplaya geliyor. Elleri kırmızı beyaz yatay çizgili tişörtünün üzerine giydiği tatlı kot ceketinin cebindeyken bağcıkları çözülmüş superstarlarıyla seksek oynuyor sanki.
Onun bu haline ben de gülüyorum, kollarım göğsümde bağlı yanıma adımlamasını bekliyorum.
Nihayet varıyor, elini uzatıyor tokalaşmak için. Sanki yeni tanışıyoruz ya, deli bu oğlan.
Tek kaşımı kaldırarak havadaki elini kavrıyorum, birkaç kere sallıyor sonra bir anda ben ne olduğunu anlamadan elimi öpüyor. Hızlıca çeksem de çok geç, dudaklarının hissiyatını biliyorum. Hem gördüğü gibi öpmek istediğini söylerken bundan mı bahsediyor diye de sorguluyorum.
Teatral bir tavırla saçlarını savurarak dönüyor bana arkasını. "İncindim Bay Jeon, nezaketen selamlaşmak istemiştim hâlbuki." Diyor, kahkaha atmamak için kendimi sıkıyorum, "Taehyung." diyerek onu uyarmaya çalışıyorum, o ise hiç oralı olmadan kıvırta kıvırta McDonald's'a gidiyor. Arada arkasına -bana- bakıp elinin tersiyle saçlarını atıyor gerisine.
Çok tatlı, dişlerim kamaşıyor.
Peşinden ilerliyorum, aç olmalı ki hemen sipariş veriyor. İki BigMac, yirmili nugget, büyük boy patates kızartması, kola, dolu dolu çikolata soslu çuros alıyor ve gerçekten de geri çekilip hesabı bana bırakıyor. Yüzümde onun sayesinde oluşan bir gülümsemeyle şikayet dahi etmeden ödüyorum her şeyi. Böyle bir menü daha alsa yine öderim.
Siparişin hazırlanmasını beklerken onu cam kenarında bir koltukta otururken görüyorum. Elleri yanaklarına yaslı beni izliyor, bacaklarımı fazlasıyla alıcı bir şekilde süzüyor ve iç çekiyor.
Ne oldu dercesine göz kırpıyorum ama sonra donup kalışından dolayı pişman oluyorum. Yaptığım en ufak şeye eriyor, benden esinleniyor işte.
Bekliyorum hâlâ daha mesajda dediğini yapmasını ama yapmıyor. Bir bildiği var demek ki sabır çekiyorum zira dudakları öyle güzel gözüküyor ki yerimde duramıyorum.
Bir on dakika geçiyor. Sessiziz, öylece izliyor yüzümü. Arada masaya daireler çizerek ayaklarını ayaklarıma sürtüyor. Sonra ismim sesleniyor, daha doğrusu "Gregor." Bu detayı anladığı an dünyanın en güzel gülümsemesi büyüyor çehresinde. Ona bakacağım diye kolaları devireceğim neredeyse.
Sarışın, ben bir iş yaparken sıralama inci dişlerini.
Sen onları sıraladıkça ben bir bir yıkılıyorum.
Getiriyorum iki koca tepsiyi, "Ne güçlü adam ama, hayran olunası." diye yakınıyor ama öyle bir yakınma ki bu gel beni orada nefes almaksızın öp diyor. Bir de bunu pipetiyle aheste aheste oynarken söylemiyor mu, kafam manyak gibi yanıyor.
Yemek yerken konuşmayı sevmeyenlerden olsa gerek, tek kelime etmiyor. Ona uyuyorum, doldurduğu yanaklarını izliyorum. Gittikçe bonus oluyor bu çocuk, yemin ederim tatlı niyetine onu yemezsem McDonald's'ın şu kırmızı koltuklarına gözyaşlarım karışacak.
Bir süre sonra konuşmaya başlıyor, dün neler yaptığını anlatıyor. Namu'nun ve Hoseok'un saçlarını örmeye çalıştığını ama beceremediğini, bol bol hotdog yediklerini ve artık nefret ettiğim uyuşturucular hakkında koyu bir sohbete girdiklerini öyle heyecanlı döküyor ki dudakları arasından onu arkama yaslanmış bir şekilde hülyalı hülyalı dinlerken buluyorum kendimi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
mars 'bout to lick venus
Fiksi Penggemarbeni stratosfere uçur, en iyi yerlerimden vur ve ruhumun ozonla nasıl bütünleştiğini gör.