32 ⋆it's all a bit tragic, isn't it?⋆

362 39 40
                                    

jungkook

Duş başlığından yere düşen damlaları izliyorum öylece. Gözümdeki morluk su tanelerinin her çarpışında sızlarken düşünüyorum: Neden? Neden yaptı bunu bize?

O mutlu aile tablosu içinde neden olamadık? Neden bizi de onları sevdiği gibi sevmedi? Neden önemsemedi bizi? Neden değer vermedi?

Su buharı nefes alış verişlerimi zorlaştırırken duşakabinden çıkıyorum. Birkaç adımın ardından lavaboya ulaşıp buğulanmış ufak aynayı elimdeki diğer havluyla siliyorum. Giderek netleşen görüntü midemi bulandırıyor. Yüzüm çizikler, şişlikler ve morluklarla dolu. Morardığı yetmezmiş gibi hafifçe şişen sol gözüm çürümüş bir ceseti andırıyor. Kendimden tiksiniyorum.

Tam karşımdaki yansımadan ibaret olduğum gerçeği canımı gerçekten çok yakıyor. Ben buyum işte. Yüzeye çıkmak için çırpınıyorum ayak bileğime bağlı ağırlıkların beni dibe çekişine aldırmadan. Sürekli bir hiç için çırpınıyorum, çabalıyorum, uğraşıyorum.

Ben başarısızlığım. Hiçbir şey için yeterli değilim. Yaptığım her şey anlamsız.

Üzerimi giyip kendimi yatağa attığımda ağrıyan kaburgalarım sebebiyle beş on dakika dönüyorum öylece. Saniyeler ilerlemiyor, zaman akmıyor sanki.

Gökyüzünü çoktan terk eden güneş, odayı hüzünlü bir loşluğa bırakıyor. Gözlerim öylece tavana dikili. Nemli saçlarım yastığımı ıslatıyor. Tek yaptığım nefes alıp vermek. Oysaki düşünmem, her şeyi halletmem gerek. Boşa harcayacak vaktim yok.

"Dostum, iyi misin?" diyordu Oliver, kapının eşiğinde öylece dikildiğini sesini duyunca fark etmiştim.

"Fena değil." Dedim yüzümü duvara dönerken. Bu hâlimi görsün istemezdim. Çaresizliğimden nefret ediyordum.

Birkaç adım atıp odaya girdi. "Bak Jungkook, o gün yaşananlar biliyorum gerçekten ağırdı. Ancak böyle yatarsan hiçbir şey çözülmez."

Yavaşça Oliver'a doğru döndüğümde çalışma masama oturmuş, kafasını aşağı eğmişti. İfadesindeki endişeyi, holden gelen zayıf ışığın aydınlattığı yüzünü bana çevirmesiyle fark etmiştim. Daha yeni tanıştığım bu çocuğa bile olumsuz auramı bulaştırmıştım demek... ayaklı karamsarlıktım.

"Günlerdir yatıyorsun. Bu sana ne sağlayacak ki? Sen burada kendini üzerken baban olacak şerefsiz yaz için tatil planları yapıyor! Senin böyle biri olacağını hiç tahmin etmezdim Jungkook. Kore'den onca yolu depresyona girmek için mi geldin yani? Bari okula git-"

Hafifçe doğruldum. "Kaydımı sildirmiş."

"Ne?"

"Evet, öğrenci işlerinden aradılar birkaç saat önce."

Şaşırmıştı. "Ama senin iznin olmadan nasıl olur?"

Güldüm. "Onun Dr. Jeon olduğunu unutuyorsun sanırım."

Hızla ayağa kalktı. Parmaklarını saçlarına atıp oda içinde volta atıyordu. "Ah tanrım... inanamıyorum. Ne demek bu yani?"

"Pılını pırtını topla Kore'ye dön demek."

Aniden durdu. "Ne yapacaksın peki?"

Derin bir nefes alıp kafamı yatak başlığına yasladım. "Düşünüyorum."

"Dönmeyeceksin değil mi? Dönecek misin yoksa?"

"Daha önce hiç böyle hissetmemiştim.." diye mırıldandım o endişeyle beni izlerken. "Her zaman sorumluluklarım oldu. Ailem için gerçekten çok çalıştım: Köfte pişirdim, oradan oraya sipariş götürdüm, gece gündüz demeden ders çalıştım, New York'a geldim, babamla yüzleşmek için o aptal ofise bile gittim! Ama biliyor musun Oliver... bunları yaparken kendime bir şey kanıtlamıyordum. Ailem içindi her şey. Tek amacım onları mutlu etmekti. İçimde bir gram bile öfke, nefret yoktu. Yalnızca üzgündüm. Yaşanan her şey için."

prom queen ✘ rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin