birinci bölüm

2.4K 316 144
                                    

Kadim tanrıların en eski ve de en saf hükümdarına değin uzanan Lee hanedanlığının uçsuz bucaksız topraklarda yüzyıllardır atalarının safkanını diri tutan kudretli hakimiyeti, babasının ölümüyle tahta geçen Prens Minho'nun iki dudağı arasında sürdürüyordu akıbetini. Yeni ve de genç hükümdar geleneksel kıyafetleri üzerine geçirdiği kaftanı, yalnız onun hanedanlığının kanını taşıyan alfaların sahip olabildiği çivit koyusuna kaçan mor gözleri ve de keskin bakışlarıyla meclise yıllardır mensup yaşlı ve de bilge adamların dahi ona karşı ağzını açamadığı bir soğukluğa sahipti.

"Omegan bir veliaht doğurmaktan aciz." dedi annesi, çok değil bir yıl öncesine kadar hasta yatağında kıvranan eşinin yerine idare ettiği tahtını oğluna devretmekten memnun olsa da onun hanedanlığın geleceğini sürdürmek konusunda yetersiz kaldığı fikrindeydi. "İnsanların yeni bir prens istiyor, ülkenin geleceğinin güvende olduğunu bilmek istiyor." diye konuştu, dul bir kraliçeye yakışacak bir sadelikle işlenmiş lila hanbokunun kollarından dökülürcesine akan kumaşı oturdukları bahçede esen tatlı meltemin eşliğinde uçuşuyordu.

"Lee hanedanlığından biriyle evlenmemde ısrarcı olan sendin, ne dediysen onu yaptım ben." dedi Minho, üstüne uçuşan kuşların işlenmiş olduğu kasesinde tatlı pembeliğini yayan bitki çayından bir yudum almış ve ardına yaslanmıştı. Karşısında annesinin hizmetkarı duruyordu, ardındaysa saray muhafızlarının komutanı vardı ve sesini hafifçe alçaltarak devam etti: "Kim klanının omegasının daha iyi bir seçenek olduğunu sen de biliyordun." demişti.

"Saraydaki ayaklarını güçlendiremezdik." diye konuştu annesi, sesinden damla damla dökülüyordu sakinliği. Dudakları küçücük bir tebessümle kımıldanmıştı ve bu tatlı gülümsemelerin altında yatan esas meselenin elbette ki farkındaydı genç kral.

"Felix safkan olmayabilir ama yine de bir omega, elbet ki çocuğumuz olabilir." demişti nihayetinde, ılık çayını büyük bir yudumla bitirip önündeki masaya fırlatıverdi seramik kaseyi, sık sık gündeme gelen bu konudan fazlasıyla rahatsızdı artık.

"Evlendiğinizde baban at üstünde ava çıkabilecek kadar sağlıklıydı." diye homurdandı yaşlı kadın, o da içtiği çayını usulca önüne bırakmış ve kaldırdığı mavi gözlerini oğlunun koyu bakışlarına kenetlemişti.

"Ne yapmamı istiyorsun?" dedi Minho, en sonunda pes etmiş gibi bir hali vardı. Annesinin bu konuyu bu sefer öylesine açmadığına dair ufacık bir şüpheyle karşılıyordu keskin bakışlarını. Bıkkın iç geçirişlerinin sonunda "Safkan bir omega bul." dedi kadın, kiraz kızılına boyanmış dudakları hissiz ve de ifadesizdi bunu söylerken. Oysa ki Minho dehşete düşmüş bir halde doğrulmuştu oturduğu yerde.

"Ne saçmalıyorsun sen?" dedi, annesinin yakasını kavramaktan çekinmedi, isterse onun ölüm fermanını bile iki dudağı arasından duyurabilirdi ve bunun verdiği cesarete tutunarak hiddetle geçmişti karşısına. "Sana ancak bir safkan veliaht doğurabilir." diye sakince devam etti eski kraliçe, oğlunun tehditkar bakışlarına buz kesmiş mavi gözleriyle karşılık veriyordu. "Bir safkan buluruz, şanslıysan bir yıl içerisinde doğurur." demişti, "Bunun tanrıların kanununa aykırı olduğunu biliyorsun." diye fısıldadı Minho, kavradığı ipek kumaşı bırakmış ve yerine çökmüştü, yine de çatılı kaşları altında kıvranan koyu irislerinde tereddütlü bir şüphe gezinmeye başlamıştı şimdi. İçten içe o da biliyordu ki, eşinin bir veliaht doğurması artık pek mümkün değil gibiydi.

"Soylu veya saraydan bir safkan olmayacak zaten." dedi kadın, "Kaybedecek pek bir şeyi olmayan, değersiz bir omega olmalı ki işin bittiğinde ağzını açmayacağından emin olabilesin." bakışları bir an olsun yitirmediği o ürkütücü sertliğiyle oğluna kenetlenmişti ve Minho şimdi gaddar annesinin karşısında bir kraldan çok sadece ve sadece onun beceriksiz oğlu gibi hissediyordu.

eyes like rain | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin