Blackwood

238 18 5
                                    

Birkaç saniye afalladıktan sonra karanlık, yosun tutmuş, mağarayı andıran yer altı deposuna indim. Çocuk cesetlerinin kafaları bedenlerinden ayrılmış ve tavana asılmıştı. Kol ve bacaklarının isketleri duvarlardaki oyuklara koyulmuştu. Yerler ıslak, içerinin havası rutubetliydi. Gözüme bir bez parçasına yazılmış "Wıldcat Tracker Camp" yazısı çarptı.

Gabe gibi mağdur bir çok izci vardı. Neyse ki Gabe şanslıydı.

Etrafı incelemeyi bırakıp hemen yanına koştum. Kucağıma aldığımda yarı baygın haldeydi. Elinde annesinden ona kalmış son hatırası ayıcığı vardı. Sarılıyordu.

Geciktiğimin farkına vardığımda hemen yukarıya tırmanmaya başladım. Çok fazla oyalanmıştım. Geldiğim yola geri döndüm ve koşmaya başladım.

Üzerimde nedenini bilmediğim bir stres oluşmuştu. Döndüğümde takımımı kafaları kopmuş vaziyette görme ihtimalim vardı ya da kafalarından ağaçlara asılmış, bacak ve kolları yerde...

Gözümün önünde canlanan düşünceyi bir kenara fırlatıp Gabe'e daha sıkı sarıldım.

Buluşma yerine gelmiştim. Gördüğüm manzara karşısında gurur göz yaşlarımı döküyordum.

Herkes bir kenara yığılmış, uyuyordu. Jack'se nöbetteydi.

*

"Gabe, tatlım hadi uyan."

*

Gabe daha 9 yaşındaydı. Altın sarısı saçları mavi gözleriyle uyum içerisindeydi. Arkadaşlarına kıyasla çok sevecendi. Sürekli gülerdi. Annesini trafik kazasında kaybetmişti. Babasıysa onla ilgilenmiyordu. Anneannesiyle uzaktan bir dostluğumuz vardı. Bu yüzden onu kendime yakın hissediyordum.

Gözlerini açmayı başarmıştı. Şimdi ise ifadesiz bir halde kararmış gökyüzüne bakıyordu. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim.

Derken o küçük dudakları yüzünü kocaman bir gülümsemeyle doldurmuştu.

"Lillien, biliyor musun ben dinazorlardan hiç korkmadım."
"Ah Gabe, canım tabi ki biliyorum."

Takım kendine gelmeye başlamıştı ki Jack kendinden emin gülümsemesiyle bana dönüp "Hadi bizle gel." dedi. "Nereye ?" diye sormama fırsat vermeden Amy elimden tutup beni yerden kaldırmıştı bile. Gabe'in yürümesine Tedy yardım ediyordu. Yaklaşık 3-4 dakika yürüdükten sonra nehir kenarına gelmiştik. Burda ne aradığımızı bilmek istiyordum. Bu küçük yüreklerin yine bir şeyler başardıkları her hallerinden belliydi.

Üç büyük meşe ağaçlarının ortasında, üzerine siyah kalemle, amatörce "Blackwood Camp" yazılmış koyu yeşil renkte 4 çadır hazırlanmıştı. Geceyi geçirmek için ideal bir alandı. Ağaçların arası kurumuş çalılarla kaplanmıştı. Gayet ustaca hazırlanmışa benziyordu. Çalılardan çadırların varlığı bile belli değildi.

Takımıma hayrandım.

"Blackwood takımı, hepiniz gerçek birer izcisiniz." dedim. Hayranlığımı gizleyemeyişim hepsini mutlu etmişe benziyordu.

Hala bu ormanda oluşumuz beni ne kadar rahatsız etse de gördüğüm bu manzara karşısında hepsine güveniyor, amacımıza ulaşacağımızı biliyordum.

Çalıların arasından içeriye geçtik. Genişti, ağaçların ortasından çıkan dallar simetrik bir şekilde tam ortada birleşiyordu. Bu sayede üstümüz de kapalıydı.

1,2,3,4....16,17. Herkes burdaydı.

Çantamdan çıkardığım 3 somon ekmek, bir kutu peynir, bir kavonoz çilek reçelini gördüğüm ilk kayanın üstüne yerleştirdim. (Aslında çantamda daha fazla yiyecek vardı ama daha ne kadar burda olacağımız belli değildi. Temkinli olmalıydım.)

Çocuklar kendi aralarında oturup konuşurlarken ben de hepsine ekmek arası peynir-reçel tarzı bir şeyler hazırlıyordum.

Karınları doyduktan sonra hepsini çadırlara yerleştirdim. Derin uykulara dalmışlardı.
Ben ise nöbetteydim.

Oturduğum yerde sürekli olarak uyku ve direniş arasında çatışmalar yaşıyordum. Saat 4.42 olmuştu. Bir saatlik uykuya ihtiyacım vardı.

Gözlerimi yavaşca serbest bıraktım. Onlar zaten bunu bekliyorlardı ki hemen kapandılar.

Derin bir nefes ve uyku.

Arkadaşlar bölümleri uzun yaşmaya başladım :) hepinize iyi okumalar :) seviliyorsunuz gözlerinizden öptüm :)

KayboluşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin