Emre gözlerini açtığında, kendini yine eski ve kirli kanepede bulmayı umdu ama, kendi yatağındaydı. "Feneri doğru yerde söndürmüşüm," diye söylenerek camları-pencereleri açmaya yöneldi. Akşamdan kalma hali tazeydi, önce mideye gönderecek bir bardak su aradı. Sonra kendini suyun altına attı ama, her zamanki gibi su yoktu.
Adliyeye giden yola koyulmadan evvel, yine gölde yüzmesi gerekecekti. Bu kez Murat'ın tavsiye ettiği sığ sulara doğru yol alırken, su kuyruğundaki tanıdık ahaliye denk geldi. Dün kendisi şerefine verilen ziyafeti ve bu halkın fakirliğini düşününce, dünkü davranışlarından hicap duydu. Ondan sonra, kendine halkın her sorununu çözecek Deli Kaymakam olmadığını hatırlattı. Evet, idealist bir savcıydı ama süper kahraman değildi. Köylüleri arkasında bıraktıktan sonra, gözüne bir umumi hamam çarptı. Bu da tanıdık bir manzaraydı, öyleyse yıkanmak için neden hamamı tercih etmiyordu genç savcı? Aman canım, neden olacak, elbette gölde yalnız olacağını bildiğindendi. Hamamda da karşısına Şahin ve Kemal gibi cıvık tipler çıkardıysa, sabah sabah vaydı haline!
Göl kenarı uçsuz-bucaksız ve çorak topraklarla çevrilmişti. Fakat bugün ne gelen vardı ne giden. Emre, Şahinlerin dünkü sözünü hatırladı. Belki de Murat'ın gerçekten bir yazı dizisi vardı yetiştirmesi gereken. Ama hayır, Murat kendisi arkasından söylenenleri tahmin etmiş olmalıydı. O yüzden her zaman yaptığı gibi Emre'nin dibinde bitivermemişti. Aslında büyütülecek bir konu değildi, Emre dün kafası iyiyken mesafe koymak gibi saçmalıklar geçirmişti aklından, fakat şimdi salim kafayla düşününce, Murat'ın kendisiyle ilgilenmesi gerekmezdi. Bir kere basit bir gazeteci, bir savcı hakkında öyle bir şey düşünmeye cüret edemezdi. Murat'ın kendine özel bir dünyası vardı muhtemelen, ve o dünyayı da biriyle paylaşıyordu mutlaka.
Adliyede güne, vantilatörü çalıştırarak başladı. Gölde çimmesine rağmen Emre'nin içindeki kuraklık soğumuyordu. Fakat, birazdan sıcaklığı unutturur cinsten soğuk bir duş etkisi yaratacak haberler gelecekti:
Dün gece, bir Roman kızı katledilmişti.
Adının Pekmez olduğunu öğrenmeye gerek kalmadan, Emre'nin başından aşağı kaynar sular döküldü sanki. Çünkü aynı anda, zihninde yeni bir imaj belirmişti:
Bu, kendisini uyuduğu uykudan uyandıran Şahin'di. "Gel, bir kaşık pekmez de sen iç," diyordu. "Hakkında söylenenleri yalan çıkart."
Hakkımda mı, benim hakkımda ne söylenmiş ki?
Emre'nin dili tutulmuştu, ama Şahin'le Kemal'in çok kötü birileri olduğunu anlayabiliyordu. O an; zaman, gözünün önünde oynaşan Pekmez'den şimdiki ana bir köprü oldu adeta. Şu anda, Şahin'le Kemal'in bu cinayeti işleyebilecek suçlu adayları olduğuna inanıyordu. Böylelikle, Murat hakkındaki şüphe de aydınlığa kavuşuyordu. Murat iftiraya uğramıştı. Şöyle böyle olduğu filan yoktu. Şahinler, toplumun dışına ittikleri gazeteci gibi tiplere iftira atabilecek, şimdi de ziyafet sırasında Pekmez'i tecavüzden öldürdükleri anlaşılabilecek kadar kötülerdi.
Emre neler söylüyordu böyle kendine? Komiser tecavüz dememişti ki, sadece cinayetten bahsetmişti! Fakat söz konusu genç bir kadın olunca, geriye cesede otopsi yapılmasını emretmekten başka bir seçenek kalmıyordu. Emre, kızın kimi-kimsesi olmadığı için kolayca örnek toplattırabilirdi. Eğer zavallı kızcağız tecavüze uğramışsa, naaşındaki semenlerle parmak izleri aynı kişiye ait olabilirdi; değilse de cinayeti aydınlatıcı bir işaret verebilirdiler.
Emre yüzünü ekşitti. Hayatında hiçbir davayı bu kadar çözmek istememişti.