Murat birken, iki olduğunu hissediyordu. O gölün kenarında duyumsamıştı bunu ilk kez. Eksikliğinin tamamlanması hissiydi bu. Emre çekinmemişti kendisinden. Ama bu değildi, yarımken tam olma duygusunu yaşatan. Erkeklerin arasında olurdu böyle şeyler. Kendisi de rakı masalarına meze olmuştu, biliyordu.
Öyleyse, böyle hissetmesine sebep neydi? Çık işin içinden çıkabilirsen.
Murat, mesleği gereği her şeye nesnel yaklaşmalıydı. Emre'nin kendisine ait bir parçaya, yapboz gibi uymasının bir açıklaması olmalıydı. Bu açıklamayı çözmek de, daha fazla konuşmaktan geçerdi.
"Önceki savcı..." sözleri bir homurtu gibi çıktı ağzından. "Kaçıp gitti, size de olmasın aynı şey."
"Önceki savcı kaçıp gitti mi?" Emre'nin sesi, Murat'ın az önceki tınısına tezat oluştururcasına tiz yükselmişti. "Sayın savcım," diye bastırdı, içinden ona Emre demeye başlamış olan Murat. Emre, Emre, Emre... "... Kendisini zehirlemeye çalıştıklarını iddia ediyordu. Kendini hasta hissetmeye başlamış son zamanlarda. Beti benzi atmıştı, ben de gördüm..."
Emre'nin de alnı kırışmaya başlamıştı şimdi. Gazetecinin ağzından çıkan fa-re heceleri, aklında yankılanıp duruyor; bu vilayette tanıştığı ilk Yanık genç komşunun sesine karışıyordu. "Fare," demişti delikanlı, "Buralarda çok olur. Fare zehri kullansan iyi olur, savcı bey."
Fare gibi basit bir sorun için, neden eve kedi almayayım ki? olmuştu Emre'nin düşüncesi. Ama bir şey çıkmamıştı ağzından. Tıpkı şimdiki gibi, kelimeleri tartıyordu konuşurken.
"Merak etmeyin," diye kendine güveni gelir iken, az önceki tiz sesinin yerinde yeller esmeye başlamıştı, "Ben benden önceki savcılara benzemem."
Tıpkı Emre'nin konuşurken sözcüklerini seçmesi gibi, Murat da çok iyi kullanırdı mimiklerini. Hiçbir ifade okunmayan yüzünün arkasında, Emre, nasıl bir savcısın sen? sözleri kurcalıyordu beynini. Dışarıdan bakan, bir sanatçı filan sanır. Ressam gibi hassas bir ruh... Fakat buradasın işte, nasıl olmuşsa bu genç yaşında Yanıklardasın. Bir savcı olarak...
Fikirlerinde yalnız değildi. Emre de Murat için, tipiyle uyumsuz olduğunu düşünüyordu. Bu köy yerinde bir motosikletli, ha? Hem de gazeteci, ha? Her şey kabul de, Murat'ın ağzını açtığı ilk anda anlaşılan şivesizliği şaşırtmıştı Emre'yi. Yanıklarda bir sürü köylü birey dili bulmayı umuyordu, ama Murat, Yanıkların modern yüzüydü. Epey modern.
"Elbette, ama siz yine de kendinize dikkat edin," diye konuşan Murat oldu.
Ondan sonrası bir hatalar zinciri olmuştu. O yemeğe asla icabet etmemeliydi. Aman canım, nasıl etmesindi? Koskoca belediye başkanı çağırmış bizzat ziyafete... Ağzında çevirdiği her bir lokmada, o avlanan zavallı yabandomuzunu yiyormuş gibi hissediyordu. Yabandomuzu, o zavallı hayvan, tüketilmeyeceğine göre, neden avlanmıştı? Emre, bu düşüncelerden kurtulmak için rakı kadehine gözlerini dikti. Ne yapmalı, pek de nazik kaçmayan bu alkol türünü reddetmek mi? Ama o zaman öğle vakitlerinde gazeteci Murat'a diklendiği gibi Ben benden öncekilere benzemem tavırlarına ne olacaktı?
Emre, biraz da bu ana kuzusu hallerinden kurtulmak amaçlı Yanıkların üzerine atmaca gibi atılmıştı. Normalde zorunlu görev yerleri sevilmez, zorunlu görevine başlayan hukukçu, kendini alıştırmak için sevdiğine inanmak ister. Ama Emre için öyle değildi. Burada Emre'yi tanıyan yoktu, İstanbul'da neler yaptığını bilen yoktu, burada, annesiyle sabah-akşam telefonda görüştüğünü bilmeyeceklerdi. Özellikle o küçük evinde, dört duvar arasına kapanınca bu, bir sırra dönüşüyordu. Kendisinin bile unutmaya başladığı bir sır. Anneyle konuşmalar günde bire inmişti, neden, çünkü buradan sinyal pek çekmiyordu. Birkaç gündür de sıfıra bile indiği söylenebilirdi.