Merhaba :) Veysel'in hapisten çıktığı günün akşamını kalemin döndüğünce yazmaya çalıştım. Sürç-ü lisan ettiysem afolla. Keyifli okumalar :D
•••
"Özgürlük''
Prangaları vardı babamın. Paslanmaz çelikten iki görünmez kelepçe takılıydı hep bileklerine. Onu oradan oraya savuran ama tek adım dahi atmasına izin vermeyen; onu okulundan, hayallerinden, hayatından bile vazgeçiren kelepçeler. Dedemin kelepçeleri.
Belki de bundandı beni bir kuş gibi özgür yetiştirme çabası, bundandı gözünden düşen yaşa rağmen arkamdan gülümseyerek el sallaması, kalbine ağır gelen hasretin acısını gözlerindeki gurur parıltısıyla gizlemesi bundandı...
Oysa en çok ben onunla gurur duyardım, bilmezdi. Sırtında yer etmiş o koca yükleri belini bükmüştü ama benim babam dağ gibi adamdı, bilmezdi. Hoş...hiçbir zaman da konduramamıştı bunu kendine.
Ve sonra günlerden bir gün annemle tanışmış. Annemin varlığı onu hayata daha çok bağlamış. Kapkara bulutların arasından bir güneş gibi doğmuş annem onun hayatına. "Annen benim bu hayatta isteyip de gerçekleşen tek hayalim," demişti babam bir gün bana. Sonra yüzüne mahcup bir gülümseme ekleyip "Sen olana kadar tek," diye lafı çevirmişti. Ama ben bilirdim, annem onun hayatının güneşi, can suyuydu. Annemin deyimiyle "can kuşu".
Ve babam için özgürlük, dört duvar arasından gökyüzüne bakmak değildi, öyle demişti yıllar önceki esaretinden bahsederken. "Özgürlük; annenin gözlerine doya doya bakabilmekti kızım, seni koynumda uyutup kokunu içime çekebilmekti, o gün anladım."
Dünyanın yüküne esir olmuş babam için özgürlük sadece bu iki andan ibaretti, "bir çift göz ve bir küçük nefes yetermiş bana, o gün anladım."
O gün... Babamın yüklerinden kurtulup özgürlüğüne, bize kavuştuğu gün.
Yağmur D. Kaya
•••
"Veysel bunları da içeri koyuyom ablam, siz artık sabah halledersiniz," diye tatlı bir ses yükseldi kapının önünden. Zahide iki ahşap sandalyeyi kapıdan geçirirken Veysel boşta kalan masayı katladı.
"Olur abla olur, sağ olasın." Her bir elden tüm masalar ve sandalyeler toplanıp bahçeye götürülürken, Musa son iki sandalyeyi de alıp sokağı boş bıraktı.
Veysel'in hapisten çıktığı günün akşamıydı.
Günlerce Veysel'i yargılayıp suçlayan onlarca insanın, yine Veysel'in özgürlüğünü kutlamak adına bir araya geldiği hayır yemeğinin sonrasıydı. Musa tüm bunlara sebep olan tarla parasını ancak böyle hayırlı bir iş için kullanabileceğini düşünmüş, hepsini kuruşu kuruşuna bugün için harcamıştı. Fazlasında gözü yoktu. Hoş, bugüne kadar da hiç olmamıştı. Fakat içindeki adalet harları, onu hiç aklına gelmeyeceği bir imtihana itmişti. Bunu önce Veysel'e, sonra kızına ve torununa borç bilmişti.Zahide montunu giyinip çantasını koluna takarak Veysel'in yanına geldi.
''Cemile'ye de bi selam vereyim gitmeden dediydim ama çocuğu uyutmaya gitmiş, rahatsız etmek istemedim. Artık sen iletirsin,'' dedi mahcubiyetle. Veysel başını sallayıp onayladığında devam etti. "Tekrardan çok geçmiş olsun kardeşim. Allah bir daha aynı acıları yaşatmasın size de bize de." Veysel minnetle gülümsedi.
"Âmin abla, sağ olasın. Valla çok uğraştınız benim için. Her şey için teşekkür ederim." Zahide boynunu büküp mahcubiyetle gülümsedi.
"Teşekküre ne gerek ablam. Keşke daha fazlasını yapabilseydik." Yine aynı minnet tebessümleriyle birbirlerini selamlayıp ayrıldılar. Zahide zamanla karanlık sokakta kaybolurken, Veysel içeri girip pembe kapıyı kapattı. Musa kör karanlık köşeden Veysel'e doğru birkaç adım atınca sarı lambanın altında yüzü belirdi. Daha sonra yüzündeki o şükür tebessümü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gönül Dağı || İçimizde Kalanlar (One Shot)
Short StoryGönül Dağı'nda yazılmasını istediğim fakat ne yazık ki ısrarla yazılmayan bazı detaylar. Özellikle Cemile ve Veysel cephesi için geçerli bu. Dizinin benim nezdimde en doğal ve en nahif çiftinin bu kadar görmezden gelmesi yakındığım bir durum. Çünkü...