Veysel'in roket kazası sonrası evine dönüşünü ve çocuklarına yaklaşımını elimden geldiğince kaleme dökmeye çalıştım. Sürçü lisan ettiysem affola :) Keyifli okumalar.
“Şifa Kuşları”
•••
O felaketin üzerinden on gün geçmişti. Veysel'in hayalleriyle birlikte karanlığa gömülmesinin üzerinden geçen on koca gün. Cemile'ye sorsalar on yıl gibiydi, Veysel'e sorsalar on asır...Nihayet hastaneden çıkmış, evine dönüyordu. Arkasında mahkûm olduğu tekerlekli sandalyeyi de alıp çocuklarına dönüyordu. Bunca yıl mahkûm olduğu prangalarına bir yenisi daha eklenmişti. Öyle ki bu sefer ne yaparsa yapsın, özgür olacağına dair umudu da kalmamıştı.
Arabada çıt çıkmıyordu. Camdan gelen esintiyle uçuşan saçları dışında herkes ve her şey hareketsizdi. Kan çanağına dönmüş gözlerini kapatıp açık camdan esen rüzgârı yüzünde hissetti. Güneşin kavurucu sıcağı yüzünü yakıyordu ama umurunda değildi.
Elinde Cemile'nin elini hissedince gözlerini açıp başını sağa çevirdi. Gözlerinin altı yorgunluktan ve ağlamaktan şişmiş kadının hüzünlü gözlerine baktı. Ondan bir ses, bir nefes duymayı bekler gibi bir beklentiyle bakıyordu Cemile. Zira o günden sonra ağzını bıçak açmamıştı. Hastane koridorunun yankılandığı, Veysel'in bir daha yürüyemeyeceğini öğrendiği günden beri. İdrak etmesi çok zor olmuştu. Kabullenmesi ise çok daha zor...
Bazen hala bunların bir kâbus olduğunu, bir gün uyandığında Musa'nın onun sabah sporuna çağıracağını sanıyordu. Keşke tam da öyle olsaydı... Öyle olsaydı da bir daha asla ekmek alma bahanesine sığınıp da kaçmasaydı. Keşke olsaydı...
Bitmek bilmeyen keşkelerine bir yenisi daha eklenmişti.
Evin önüne geldiklerinde Kenan'ın yardımıyla arabadan indirip hemen yanındaki sandalyeye oturtuldu. Onu kimsenin böyle görmesini istemezken, şimdi sanki tüm kasaba onu izliyor, içinde bulunduğu 'acizliğe' acıyor gibi hissediyordu. Kapılarının önünde film izler gibi onları izleyen insanların yüzüne bile bakmadan, başını bile kaldırmadan Cemile'yle içeri girdi.
Bu bahçedeki son anını anımsadı. Yağmur'un saçını özenle toplayışını, Yusuf'u kolunun altına alıp harçlık verişini, Cemile'sine el sallayıp ''Geç kalmam, merak etme,'' deyişini, Musa'yla her sabah aralarında geçen ''Kim bu adam,'' sorusuna karşılık ''Benim baba, Veysel, damadın,'' muhabbetlerini, bunu gülerek izleyen Cemile'ye attığı ''Babamın vidalar gevşedi yine,'' bakışını...
Şimdi hüzünle hatırladığı o kısacık anların sonunun böyle olacağını nereden bilebilirdi? Cemile'sine el sallayarak çıktığı bu pembe kapıdan tekerlekli sandalyeyle gireceğini nereden bilebilirdi? Kader bu kez de yüzüne gülmemeye ant içmişti.
Yine Kenan'ın yardımıyla merdivenlerden çıkarılıp odasına götürüldü. Tüm bunlar olurken Veysel cansız bir eşya gibi, ağır bir yük gibi hissediyordu kendini. Tek kelime etmiyordu. Tek tesellisi, çocuklarının henüz onu böyle görmedikleriydi. Ancak kısa sürdü.
Odaya girmeden bir çift cılız, beyaz kol sardı boynunu.Hemen ardından odadan hızla çıkan Yusuf'un heyecanlı sesi eşlik etti ona. ''Babam gelmiş!''
Uzun sarı saçları babasının yüzünü kapatan Yağmur, büyük bir içtenlikle babasına sarılıp geri çekildi. ''İyileştin mi baba?'' Veysel'in boğazında büyük bir yumru yer etti o an, dolu gözlerini aşağı düşürüp dudaklarını birbirine bastırdı. Şimdi olmazdı, şimdi ağlayamazdı, günlerdir içinde biriktirdiği isyanı avazı çıktığı kadar bağıramazdı. İyi bir babaydı ve çocukları onun tek dayanağı, güç kaynağıydı. Onların yanında daha fazla güçsüz görünmek, en son istediği şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gönül Dağı || İçimizde Kalanlar (One Shot)
Kısa HikayeGönül Dağı'nda yazılmasını istediğim fakat ne yazık ki ısrarla yazılmayan bazı detaylar. Özellikle Cemile ve Veysel cephesi için geçerli bu. Dizinin benim nezdimde en doğal ve en nahif çiftinin bu kadar görmezden gelmesi yakındığım bir durum. Çünkü...