Koridor Yokuşları

209 19 14
                                    

Güneş kırmızı ise gökyüzü neden mavi ?

Cama gelen taşların üçten geriye doğru sayması gibiydi sıçrayışım.
3-2-1..
Gözlerimi şiddetle açmıştım taş sesleri eşliğinde.
Yerimden doğruldum hafifçe , yorganı iki elimle iyice kavramıştım.
Her yer çok karanlıktı.
Önümü dahi göremiyordum.
Kapkaranlıktı , simsiyahtı.
Elimle sağı solu yoklarken gözümdeki göz bandını fark ettim meğerse ondanmış bu karanlık..
Yavaşça göz bandını yukarı kaldırırken , Güneş'in en parlak kırmızısı çarpıyordu yüzüme.
Taş seslerine bir yenisi daha eklenmişti.
Gözlerimi zar zor açtığımdan kulak veremiyordum dışarıdaki sese.
Üzerimdeki yorganı attım ve yataktan kalktım.
Hafifçe kollarımı yukarı kaldırdım ve esnedim.
Eskiden attığım 10 adımın karşılığı 4-5 adımla pencerenin yanına geldim , pencerenin kolunu henüz sıkamayacak kadar derin uykudan kalktığım avuçlarımın içine aldım ve açtım.
Kafamı biraz dışarı uzattığımda aşağıda okul arkadaşımı görüyordum.
Bir anda kafamı çevirdim ve masamın üzerinde duran saatle göz göze geldim.
İnanmıyordum geç kalmışım.
Okulun son bir iki ayı kalmış sınav haftası yeni başlamıştı.
Hızlıca okul formamı giydim , hazırlandım ve olağan gücümle sokağa fırladım.
Ayakkabımın bağcıklarını ayakkabımın içine sokmuştum , koşarken çıkıyor ve her defasında takılıyordum.
Okulun kapısına geldiğim de nöbetçi hocanın kapıdan gitmesi için yalvarıyordum.
Yoksa beni hayatta bu kılıkla okula almayacaktı.
O sıra omzuna dokunan bir el irkildim , arkamı döndüm.
Günün ilk dersine giren öğretmen ile yüz yüzeydim.
"Geç kalmışsın."
"Affedersiniz Efendim.."
"Bana 5 dakika içerisinde kantinden kahve al ve sınıfa getir , eğer gecikirsen sınıfa almam!" dedi. Ne kadar da acımasız bir insan diye düşünürken , gözlerime zaman işliyor dercesine bakıyordu.
Biliyordu ki bu saatte kantin kalabalık olurdu.
Koşmaya başladım , okulun dar ve zemini yeni silinmiş koridorları sanki bana ufak bir süpriz hazırlıyor gibiydi.
Kantinden aldığım kahve elimi yakıyordu ve tutamıyordum.
Cebimden çıkardığım mendille tutmaya çalışırken adımlarımı hızlandırmaya başlamıştım.
Ve bu da ne ?
Kime çarpmıştım yine ?
Olacak iş miydi ?
Kahvenin yarısı yere , yarısı çarptığım gencin ceketine dökülmüştü.
Tam kafamı kaldırmış özür dileyecekken gözüm pilinin bittiğini sandığım saate takıldı.
Geç kalmıştım.
Oradan arkama bakmadan uzaklaştım.
Arkamdan duyduğum o ses bir müddet daha zaman kaybettirdi bana.
"Hey ! Özür dilemeyecek misin?" diye bağırdı çarptığım genç.
Ne kadar da tanıdık geliyordu sesi.
Tonlaması , vurguları..
Sanki sesinden bu zamana kadar duyduğum tüm şiirleri dinlemiş gibiydim.
Sanki bir ömür geçirmişte , ikincisine başlamış gibiydim.
Sanki , sanki bu sesin gülüşünü de bilirdim..
Ama durmaya vaktim yoktu , arkama bile bakmadan ben de onu bağırdım :
" Affedersiniz."
Hızla sınıfın kapı koluna yapıştım.
İçeri girdiğimde ilk özür diledim sonrada dışı kahve olmuş , karton kahve bardağını masaya bıraktım.
Genelde arka sıralarda oturmaya severdim.
Artık son senem diye herşeyi başka yere dağıtmıştım. Hocanın gözüne öyle batmışım ki , sıramı en ön ile değiştirmiş.
Tam arkaya yürümeye yeltenirken , otoriter sesi ile " senin yerin şurası " diyerek tahtanın tam karşısındaki yeri işaret ediyordu.
Sessizce geçtim oturdum.
Kapı ağır ve ritmik bir biçimde 2-3 defa çalındı.
Tek geç kalan ben değilmişim diye düşünüyordum ki , koridorların bana hazırladığı süpriz ile yüzyüzeydim.
Elinde ıslak mendili ile ceketinin sağ tarafı ile uğraşan o adam..
İçeri girdi , kapıyı çekti.
Elindeki mendili kapının yanında duran krem rengi çoktan sararmış çöp kutusuna attı.
Kafası biraz eğik , omuzları hafif çökük bir biçimde hocanın masasına doğru ilerliyordu.
O da ne tam karşımda durmuştu.
Masamın önünde.
Kafasını hafif yukarı doğru kaldırdı.
Nerden tanıdık geliyordu bu kadar?
Üstüne kahve döktüğüm adamın burda ne işi vardı ?
Biliyorum kahve dökerken görmemiştim onu.
Nerden tanıdık geliyordu bu kadar ?
Neden gözlerime bu kadar dik bakıyordu ?
Neden?
Gece Mavisine Beyaz Bir Yıldız :
Hayatın yokuşları gibiydi aşkın ritimleri.
Yoruldum sanardın ama birden koşardı ayakların.
Yorulmuş ruhunun en güzel serzenişleriydi aşk.
Çaresizliğin en büyük sebebi , bir yandan da en büyük dermanıydı aşk.
Yaşaması nefes kesen en büyük hayattı aşk , tıpkı tırmanması en zor dağlar gibi.
Ve hayatının en güzel aşkıydı ; koridor yokuşları.

Sen BilirsinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin