Strangers On a Train - Lost Her to Wolves
Hande Mehan - Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın
Konuya Fransız - Hallica Halim
Sleeping Pulse - The Blind Lead the Blind
❦
Zemheri bir bedene hapsolmuştum. Hep ayaz hep soğuk. Hep kış vardı içimde. İntihar etmişti bir ruh. Yaza intihar etmişti. Sessizce izlemişti herkes bir ruhun yok oluşunu. İntiharı günah görenlerin hepsi. Bir ruhun intihar etmesine izin vermişti.
Geçmiş hep ellerimdeydi. Kaç tabuta el sürmüştü bilmediğim ellerim intihar ipini tutuyordu her daim. Yetimdi bir yanım, boynu eğikti o yanımın hep. Sahipsiz küçük bir kızdı. Soğukta tir tir titriyordu. Kimse üzerini örtmüyordu. Elinde bir bebek, gelen geçene bakıyordu umutla. Birisi yanına gelir diye bekliyordu.
Çiçekleri solmuş bir ağaç, çırılçıplak kalırdı kışın ayazında. Her rüzgar esişinde çıplak dalları yediği darbelerle toprağın altına girmek isterdi. Köklerinin tutunduğu toprağa girip asıl sahibinde sıcaklığı bulmak isterdi. Her kış geldiğine, yapraklarını yavaş yavaş kaybettiğinde, odundan yüreğinde kışın korkusunu hissederdi. Güneşi arardı tüm kış boyunca. Onu koruyup kollayan güneşini arardı.
Arabanın içinde yanından geçtiğimiz mezarlığa bakıyordum. İçi ne yaşanmışlıklar doluydu bu ölü ruhların meskeninde. Mezar taşında bir tarih, bir dua, bir elveda. Her şey orada bırakılıp gidiliyordu. Halbuki seven insan oraya birçok şeyini gömüyordu.
"Bir şey ister misiniz hanımefendi?" Düşüncelerimi bölen muavine bakıp bir şey istemediğime dair başımı sallayıp tekrar cama döndüm. Az kalmıştı. Tekrar doğduğum o kalabalık şehre dönüyordum.
Otobüs durduğunda kemerimi çözüp yukarıya attığım sırt çantamı alıp yavaş adımlarla çıkışa doğru yürümeye başladım. Dışarıya attığım adımla içimi değişik bir huzur, güven kaplamıştı. Sanki kaçmama gerek yokmuş gibi. Küçük bir çocuğun elini şu koca şehir tutmuş gibi hissettim. Annem kokuyordu bu şehir. Babamın güvenini hissettiriyordu.
Otogarın köşesinde duran taksi durağını gördüğümde adımlarımı o tarafa atıp yavaşça ilerlemeye başladım. Her attığım adımda ağlamak istiyordum. Yeminim boğazımı sarıp sarmalarken gördüğüm ilk yere oturup saatlerce ağlamak istiyordum. Geçmişin kırbacı sert darbelerini zayıf bedenime geçirirken hıçkırıklara boğulmak istiyordum.
"Buyurun hanımefendi" ne ara geldiğimi bile anlayamadığım taksi durağına baktım. Bana seslenen adamı harelerim mesken aldığında çantamı adama uzatıp arkaya geçtim.
Soğuk, sert tavrım adamı afallatmışa benziyordu. Hızlıca toparlandıktan sonra çantayı bagaja yerleştirip şoför koltuğuna geçtikten sonra harekete geçti.
"Cihangir'e gidiyoruz."
"Tabii efendim." Kafamı cama yaslayıp kırık dökük düşüncelerime hapsoldum. Her şey başladığım ve bittiğim yerde tekrar can bulacaktı.
Amcamı hatırladım. Mavi mavi bakan, içi şefkat kokan gözleri vardı. Annem ve babam olamamıştı hiçbir zaman. Ama içimi saran bir güveni, çatısı vardı. Hayallerimi süslerdi varlığı. Kendimi her zaman yanındayken 6 yaşındaki Zemheri hissederdim. Annesiyle babasının ölümünü daha anlayamamış, sıkıca amcasına sarılan o küçük çocuk hissederdim. Babacan, sevecen, içimi huzurla dolduran bir adamdı. Sonra bir gün o da uçup gitti ellerimden. Kanlı bedeni kaldı gözlerimin önünde sadece. Ondan geriye kalan tek fotoğraf karesi ofisinde kanlar içerisinde yatan bedeniydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EHVENİŞER❦
Teen Fiction+18 içerikli şiddet temalı sahneler ve ilişkiler olacaktır(!) okuyucularıma duyurulur 📢 "Sen kimsin?" Bacak bacak üzerine atarak karşıya bakmaya devam etti. Aniden kalbimde bir ağırlık hissetmiştim. Hiçbir cevap vermeden karşıya bakmaya devam ederk...