Ağzımdan çıkan fısıltıyla beynim dönmeye başladı sanki. O dışında her şey bulanıktı. Kalbim onun, O olduğunu fark ettiğim anda durmuştu fakat şuan o anı aratmayacak derecede hızlıydı. Tamam, bu pek hoş bir şey değildi. Ben ondan nefret ediyordum ve şuan hayal dahi edemeyeceğim hatlarıyla karşımdaydı. Kaşlarım çatıldı. Lacivert, gece mavisi, gölgeli, bazen siyah... Tanımlayamadığım gözleri hala anılarımdaki gibiydi. Hiç eskimemişti. Kolumda hissettiğim şeyle hızla sağa döndüm. Anıl koluma dokunmuştu. Gözleri sertti ama bana karşı olmadığı belliydi.
"Yüzün solmuş?" dedi sorarcasına.
"Ah, öyle mi? Tansiyonum düşmüştür." dedim ve gülümsedim fakat gözlerime ulaştıramamıştım.
"Tansiyonun düşmüştür?" dedi inanamıyormuş gibi. "Deniz benimle dalga mı geçiyorsun? Bahane ürettiğini anlayacak kadar tanıyorum seni. Bak, Ada sana ne söyledi bilmiyorum ama gözlerinde o bakışı görmek istiyorum. Senin kendine güvenen, kararlı hallerin şuan en ihtiyacın olan şey. Kafan bulanmasın, sana olan güvenimi boşa çıkarma." dedi ve kolumda olan eliyle kolumu sıktı. Hafif bir gülümsemeyle başımı salladım ve bakışlarından aldığım güvenle nefretimi hatırladım. O, beni ayakta tutabilecek tek şeydi.
"Deniz."
Bana seslenen Katja yengeme baktım. Amcamla girişe yakın bir yerde durmuş beni çağırıyorlardı. Anıl'a döndüm, başıyla mutfağı gösterince başımı salladım. O mutfağa giderken ben amcamlara doğru ilerliyordum. İçimde nefretle süzülen yılan aklıma güzel fikirler getiriyordu.
"Amca, yenge, hoş geldiniz." dedim ve gülümseyip onlara sarıldım.
"Ada nerede, niye gelmedi?" diye sordu yengem.
"Katja hanım benden çok onunla ilgileniyorsunuz üzülüyorum ama." dedim ve üzülmüş gibi yaptım. Kıkırdadı. Hoş kadın.
"Neyse Ada'yı boş ver, sana sormam gereken bir şey var. Daha önce geldiğimde soracaktım da olmadı. Şu çocuk kim? Neyin oluyor? Sevgilin mi?" dedi son cümlede fısıldayarak.
"Kim? Anıl mı?" dedim hayretle. Saçma bir şekilde güldüm. Tam ağzımı açmıştım ki Sultan mutfaktan seslendi. Hem nasılsa saçma bir konuydu. Yengeme döndüm.
"Sonra konuşalım?" dedim sorarcasına, kafasını sallayınca mutfağa yöneldim.
"Sultan?" dedim yanlarına gidince.
"Kuzum, hadi bana yardım et sofrayı kuralım."
"Tamam Sultan'ım." dedim ve tontiş yanağına öpücük kondurdum. Sofraya kaç kişinin oturacağını sayıp o kadar tabak çıkardım. Salatadaki salatalıkları tırtıklarken mutfak penceresinden içerideki malum kişiyi kesen Anıl'a gözlerimi devirdim ve elimdeki tabakları eline tutuşturdum.
"Ayıp ayıp, dikizlenmez öyle. Hem bir işin ucundan tut bakalım, hadi." dedim ve onu sırtından iterek masanın başına yolladım. Mutfak duvarına dayalı olan masaya tabakları yerleştirirken pencerenin arkasından bana bakıp gözlerini kıstı. Kıkırdayıp arkamı döndüm ve çekmeceden çatal, kaşık çıkardım. Sonra gidip pencereden ona uzattım. Muzurca gülümseyip onun yalancı sinirini arkamda bırakarak mutfak dolaplarına yöneldim.
Umursamamaya çalışıyordum fakat aklımda ismi lamba gibi yanan adam... O kişi yüzünden diken üstündeydim. Doğrusu bana ne yaşatırsa yaşatsın, onu hiç hayal etmemiş, bir kalıba oturtmamıştım. Yine de çok tanıdık bu yabancı, tahmin edebileceğimden daha iyiydi. Çok daha iyiydi. Beni de şaşırtan bu olmuştu ya. Bir de, tahmin edebileceğim üzere bakışları çok keskindi. Amcamların yanındayken veya mutfaktayken hep sırtımda bakışlar hissetmiştim. Gerçi, bunları düşünmemem gerekliydi; bir şeyler düşündükçe daha da fazlası gelecekti çünkü. Kafamı sağa sola salladım ve gerekli şeyleri masaya taşıdım. Masa tam olarak hazırlandığında Sultan herkesi çağırdı. Babam baş köşeye, ben onun yanına, amcam ise karşıma oturmuştu. Anıl benim yanıma, Demir ise karşısına geçti. Yüzüne baktıkça hem hayret edesim geliyor, hem de içim nefretle doluyordu. Bu şerefsiz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gyadssan
Roman pour AdolescentsGerçekleri mi tercih ederdiniz, yalanları mı? Birbirine rol yapsada mutlu insanları mı, yoksa insanların kötü yüzünü mü? Peki ya artık yalanlarla yüzleşmeye mecbursanız? Çok canınız yanacak ve çok can yakacaksınız. Ama kazanmak zorundasınız; unutmay...