Arkadaşlar bu aralar hikayede olan düzeltmeler tamamlandığı için daha yeni yazmaya başlayabildim. Kısa sürede bölümler gelecek, takipte kalın. -X
Gitmişti. Yıllar önce. Gitmişti. Beni öylece arkasında bırakıp. Yapayalnız. Geri döneceğini söylemiş, söz vermişti. Geri dönseydi böyle olmazdı, böyle olmazdım. Nasıl da demişti öyle, "Değersizdin.."
"Deniz, kendine gel, lütfen." kulaklarıma ulaşan uğultudan seçebildiğim tek cümle buydu. Ama bir terslik vardı, yılların geride bıraktığı puslu ses, bu cümlenin sahibi olamazdı, bu hatıranın çoktan hiçliğe karışması gerekiyordu. Tozlu yapraklar çoktan parçalanmış, ufalanmış olmalıydı. Fakat ses, yılların acımasızlığıyla savaşmış, galip bir şekilde beni bekliyormuşçasına fısıldamıştı kulağıma. Adımın şifresini üstlendiği somut damlalar görüntü şeklinde gözümün önünde canlandı.
Gözlerim kapalıydı. Etraftaki sesler uğultu şeklinde havada süzülüyordu, fakat hala bana ulaşabilen olmamıştı. Ağzımdaki acı ıslaklık ve ciğerlerimdeki yanma pekte hoş değildi. Gözlerimi açmaya çalıştım fakat nasıl yapacağımı kestiremiyordum. Tek yapabildiğim çabalamaktı, fakat sonuç alabildiğim söylenemezdi. Tek sezgim kulaklarımdaki endişeli uğultuydu. Sonra karanlık dünyama bir cümle düştü, fazlaca yakınımdaki o güvendiğim sesten;
"Deniz, kendine gel, lütfen..."
Bu cümlede bir de "Küçüğüm" lakabı vardı fakat beynim bu kelimeyi, bu tozlu cümlenin neresine yerleştireceğini bilemiyordu. Vücudum sinir dalgasıyla sarsıldı. Beni sinirlendiren şey, beynimin hala onu unutamamış olmasıydı. Küçük bir kızın sadakatiyle oynamıştı o. Unutmak istiyordum. Fakat yıllar sonra karşımda olmamasına rağmen beynim başkasının dilinden dökülen sözcüklerle bana işkence ediyordu. Bir kez daha titredim.
Sinirle ona baktım. Bana o kelimeleri hatırlatmamalıydı. Yanında getirisi olan pişmanlığı, özlemi, öfkeyi, umarsızca sarfedilmiş acımasızlığı, geceleri ağlayışlarımı ve korkularımı bana hatırlatmamalıydı. Gözlerimin karardığını hissettim. Etrafa baktım ve yakınımdaki vazo görüş alanıma girdi. Sanki șuan karşımda Anıl değil, o șerefsiz vardı. Vazoyu kaptığım gibi ona fırlattım. Eğilmeseydi onu bayıltabilecek hızda olan vazo, duvarda parçalanırken çığlık sesleriyle birlikte büyük bir gürültü kopardı.
"Yeter!"
Bağırışım onlara değil kendimeydi, beynimeydi. Yaptığı adiliğe rağmen onu unutmayan beynimeydi. Biliyordum, bu krizlerim çok nadir olurdu ama küçüklüğümden beri olanların haddi hesabı yoktu ve sinirlerim yıpranmıştı. Şaka gibiydi hayat. Bizi kaçıranların elinden yeni kurtulmuştuk ve az önce vazo fırlattığım kişi benim yüzümden yaralanmıştı. Pantolonundaki yırtığa ve etrafındaki kızıllığa baktım. Kurumuș kanın içinden sızan kızıllık afallamama neden oldu. Yarasının temizlenip sarılması gerekiyordu. Kulağımdaki uğultu dağılırken sesler netleşiyordu. Nefes alış verişlerim yavaşlarken sakinleştiğimi farkettim. Sanırım onlarda farketmişti; derin birer nefes alıp vermişlerdi. Gözüm hala pantolonundaydı. Neden kaçırıldığımızı bilmiyordum ama bizi kurtaran o olmuştu. Evet, orada yöneldikleri kişi bendim ve beni kurtarmak adına yaralanmayı göze almıştı. Beni buraya getirirken sakinleştirmeye çalışan oydu, buraya geldiğimizde çocukları çağırıp titremelerimi kesmeye çalışan oydu, kriz geçirirken beni sakinleştirmeye çalışan oydu ve bana o şerefsizi hatırlatıyor diye canını yakmaya çalıştığımda oydu. Bencildim. O benim canımdı. Bana her zaman iyi gelmişti. Bense ona zarar veriyordum.
"Deniz, iyimisin canım?"
O kadar yumuşaktı ki... Biliyordum, tekrar sinirlenmemi engellemeye çalışıyordu. Ama zaten bitmişti, kendime gelmiştim.
"Yaranı temizleyip sarmalıyız. Dikiş gerekir mi?" dedim dümdüz bir sesle. Evet, sinirim geçmişti. Şimdi o bana gelip sarılacaktı ve gerek olmadığını söyleyecekti. Sonra ben onu dinlemeyip dikişse dikiş, temizlemeyse temizleme, ne gerekiyorsa yapacaktım ve büyük ihtimalle bunu yaparken ağlayarak günün stresini üzerimden atacaktım. Ve işim bittiğinde üzerime çöken yorgunlukla ona sarılarak derin bir uykuya dalacaktım. Yarına hiçbir şeyim kalmayacaktı. Ama bu son olmayacaktı. Hiçbir şeyin sonu değildi. Ne krizlerimin, ne ağlamalarımın. Ben daha 16 yaşındaydım fakat hayat bana resmen;
"Yaptıklarım, yapacaklarımın teminatıdır." diyordu. Ne mi olacaktı? Dayanacaktım. Hayat vurdukça ben güçlü olacak, direnecektim. Bu savaşı, ben kazanacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gyadssan
Teen FictionGerçekleri mi tercih ederdiniz, yalanları mı? Birbirine rol yapsada mutlu insanları mı, yoksa insanların kötü yüzünü mü? Peki ya artık yalanlarla yüzleşmeye mecbursanız? Çok canınız yanacak ve çok can yakacaksınız. Ama kazanmak zorundasınız; unutmay...