Alkan 'Ateş' Vural
-16 Ekim İstanbul, Günümüz-
''Kaç gün oldu gerçekten artık saymayı bıraktım. Çünkü anladım ki saymak bana seni unutturmayan şey değildi, bana seni unutturmayan şey bendim. Her sabah işe giderken giyinmek için aynanın karşısında geçtiğimde gördüğüm kişiydi. Kahvaltı masasına o günden sonra bir daha oturmayan babam, bütün bu olanlarla rağmen bana gülümsemeye çalışan kardeşimdi. Sandığımın aksine seni hatırlamak acıda vermiyor artık bana. Bazı geceler hala korkuyorum yine de. Gözlerime o son bakışın giriyor rüyalarıma. Hafıza sildirmenin bir yolu olsa keşke diye düşünmeden edemiyorum. Sence de güzel olmaz mıydı anne. Her kötü anımızı unutsak geriye sadece güzelleri bıraksak. Sadece hatırlamak istediklerimizi...
Her neyse yine gereksiz saçmalıyorum sanrım.
Biz iyiyiz anne. İyi olmaya çalışıyoruz. Ağır geliyor ama bir şekilde başa çıkıyoruz. Sen bizi düşünme. En kısa sürede yine geleceğim. Belki bu defa onu da getirebilirim yanımda. Seni seviyorum anne, yıl dönümün kutlu olsun''
Elimdeki kalemi soğuk betona bırakarak yaşların sicim, sicim aktığı sarı kâğıdı defterden parçalarcasına kopardım. Sanki onu koparmak göğsümdeki acıyı benden söküp alacakmış gibi. İyi hissetmek istedim o an. Hala küçük bir çocuk gibi zırıl zırıl ağlamak zoruma gitti. Hani böyle bir vitrinin önünde annesinin elini tutmuş istemediği oyuncağı alınmayan ağlak bir çocuk gibi hissetmiştim. Yediremiyorum kendime güçsüz olmayı. Çok çabalardı halbuki babam. Asla hazzetmezdi güçsüz olmamdan. Kuytu köşelerdeki üstü tozlarla kaplanmış eski anılarımı bir kez daha silmek istedim hafızamdan. Böylece kafamın içindeki küf kokulu hatıralar ciğerlerime dolmayı keser ve bende rahat bir nefes alabilirdim.
Güneş nerdeyse ilerideki uzak dağların arasından doğarken uzun kabanıma biraz daha sokuldum ısınmak için. Ekim ayına girmemiz ile beraber havalar giderek soğumaya başlamıştı.
Ne garipti hayat, bundan seneler önce halbuki ne çok severdim soğuğu. Bilerek dışarı çıkar üşümek isterdim. Bazen babamın ilgisi üzerimde olsun diye saatlerce karın üstünde yuvarlanır eve girmezdim. Zaman ilerlemiş, babam ilgisini kaybetmişti.
Bense artık büyümüştüm.
Toprağının çamurlaşmış yüzeyinde gezindi bakışlarım. Oradaydı işte. Ben bu yalanlar ile dolu dünyada yaşarken, o buz gibi toprağın altında çırılçıplak tenini kemiren solucanlarla birlikte sonsuz bir uykudaydı. O solucanlar her bir etini ısırdığında benim etimdeki karıncalanma hissini hangi psikoloğa gitsem çözebilecek gibi değildim.
Etimi kanatmıştım ben o his geçsin diye. Buz gibi suyun altında saatlerce kazımıştım derimi, altından o lanet olası solucanları ayıklamak için. Zihnimdeki, göğsümdeki acım yetmezmiş gibi. Komikti aslında bu durum. Sanırım gerçekten de terzi kendi söküğünü dikemiyordu bir türlü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buz ve Kor
Mystery / ThrillerBuz gibiydi kadın. Herkesten kaçmak ve kendini korumak için oluşturduğu soğuk duvarların arkasında yaşamaya alışmıştı. Canını yakmak isteyenlerin canını buzdan kalesinin sivri duvarlarını kullanarak yakardı acımadan. Kendini o kaleye çıkmamak üzer...