Eren için bugün kesinlikle yirmi dört saatten fazla sürmüştü.
Sabahın erken saatlerinde kalkıp Ankara'dan İstanbul'a gelmesi de buna etkendi ancak günün tamamı hiç boş geçmemiş ve yanındakileriyle sürekli aktif takılmışlardı. Ege ve Alp zaten başlı başına sosyal pilini çabuk tüketen iki unsurken, Mete'nin de Eren'i görünce gelen canavarlığı buna süs olmuştu.
Fakat nihayetinde bunlar Eren için sorun değildi, hatta bir süredir hiç bu kadar eğlendiğini de hatırlamıyordu. Oldukça yoğun hayatında farklı şehirlerdeki arkadaşlarına vakit ayırması sadece birkaç günle sınırlı kalabiliyordu. Tatillerde bile bu durum aşırı değişmiyordu, sonuçta hepsinin yoğun bir temposu vardı. Ancak hepsinin kurulu bir düzeni de vardı. Eren'se bu düzenden Can'la tanıştıktan sonra çıkmış, yeniden inşa etmek zorunda kalmıştı.
Can onun hayatında önce basit bir internet arkadaşı ve animebuddyken, zamanla gününü ona vakit ayırmak için işlerini sıkıştırabileceği birine dönmüştü. Henüz hislerinin farkında değilken bile onunla konuşmak için okulunu ve işini daha planlı programlı ayarlamaya başlamıştı. Sonrasıysa zaten kendiliğinden gelişmişti.
Şimdi yanındakilere baktı. Barış gelene kadar izledikleri yapımı bırakıp herkes kendi halinde takılmaya başlamıştı ve tatlı bir sessizliğe giriş yapmışlardı. Eren bunu da seviyordu mesela. Ege, Alp ve abisi olsa ancak bu kadar ilgilenebileceği Barış'la buluştuklarında ve bir süre sonra yorulduklarında hepsi kendi halinde takılırlardı ve kimse de kimseye neden laf atmıyorsun diye sataşmazdı. Mete'yse bu uyuma çok çabuk adapte olmuş ve uygulamaya başlamıştı. Yapısal olarak da gürültüyü sevmeyen bir insan olduğu için hoşuna bile gittiği söylenebilirdi.
"Barış ne zaman gelecek lan?"
Ege'nin ortaya attığı lafla birlikte Mete, Eren'in omzundaki kafasını kaldırmadan telefon ekranını kilitledi ve uyuşukça mırıldandı. "Beş dakikaya burada olur."
"Eee o gelince ne yapalım?"
Alp'in enerjik sesi herkesi tedirgin etmiş olacak ki salondaki tüm bakışlar ona dönmüştü ve sözü Ege almıştı. "Daha ne yapacağız amına koyayım, yatıp uyuyacağız."
"Gençlik bitmiş."
Eren gözlerini kapatarak konuşmaya dahil olmamayı tercih etmiş, Ege öflemiş ve Mete de sessiz kalmaya devam etmişti. Fakat bunlar Alp'i susturmak için yeterli sebepler değildi.
"Siz gelecek nesle örnek olacaksınız da biz de göreceğiz."
"..."
"Daha şimdiden böyleyseniz iş hayatında ne yapacaksınız?"
"..."
"Messi mi Ronaldo mu?"
Bu soru, işte bu soru Mete ve Ege'nin dikkatini çekmişti.
Mete kafasını kaldırarak hararetle Eren'in uzak kaldığı ve ilgilenmediği konuyu savunurken, yani... tabii ki Messi'yi, uzun saçlı göz ucuyla telefonunu kontrol etti. Can'ı uyumaya göndermesine rağmen nedensizce ondan bir bildirim görmeyi bekliyordu. Bebeğim, uyuyamadım, ya da başka şeyler...
Dikkatinin dağılması çok da uzun sürmedi. Kapı zili çaldığında o mayışmış ruh hali de yok olmuştu.
Başta her şey çok normaldi. Barış eve gelmişti, bu süreç şöyle ilerlemişti: Az buçuk kalıp cümlelerle sohbet etmişlerdi, Mete'nin enerjisi yerine gelmişti, biraz özlem gidermişlerdi ve Eren'in, Mete'ye iki dakika Barış'tan ayrı kalamaması üzerine laf söyleyemeyip Mete'nin kendisinin Can'la görüşme isteğine ambargo uygulamasıyla falan geçmişti. Yani klasik bir muhabbet döngüsüydü. Rutine binmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
that's rough, buddy
Teen FictionCan: kimin sevgilisi cosplay yapmıyor ki bu devirde? bxb. gxg.