2

487 27 40
                                    

Elimdeki gaz lambasının içine gaz koyup kibrit aldığımdan emin oldum. Hava kararmaya başlamıştı, muhtemelen içerisi karanlık olacaktı. Mutfak masasının üzerine yerleştirerek pencereden dışarıya baktım, kimse bizi görmesin diye gece gidecektik. Sadece ben girecektim, Ronald beni dışarıda bekleyecekti, eğer üç saat içerisinde geri dönmezsem köye geri dönüp herkese haber verecekti. kendimi feda ediyormuşum gibi görünebilirdi, zaten öyle yapıyordum, Tanrı aşkına! hangi keriz içeride tehlikeli bir şeylerin olduğunu düşündüğü yere girerdi ki? Üstelik hiç bir karşılık beklemeden!

İç çekip neredeyse karanlık çökmüş gök yüzünden gözlerimi çektim, hazırlansam iyi olacaktı. Son kez lambanın gazından emin olup kibriti yanına bıraktım, unutmam karanlıkta kalmam demekti. Mutfaktan çıkıp üst kata çıkmak için tahta merdivenlere yöneldim ve yukarı çıktım.

Odama girip dolabımdan diğerlerine göre daha rahat kırmızı ve beyaz renklerinde olan elbisemi çıkarıp giydim, saçlarım hala Ronald'ın örgüsündeydi. Dolabımın kapağını kapatıp aynasında kendime baktım, bence gayet güzel olmuştum.



Aynadaki görüntümü süzmeyi bırakıp aşağıya indim, hava kararmıştı, hazırlanırken süre zaman çok hızlı akıyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Aynadaki görüntümü süzmeyi bırakıp aşağıya indim, hava kararmıştı, hazırlanırken süre zaman çok hızlı akıyordu. Gaz lambasını ve kibriti alıp kapıya yöneldim ve Ronald ile buluşacağım yere doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Ronald bir ağaca yaslanmış beni bekliyordu, sırıtıp yanına gittim. Beni görünce yine gülümsemeye başlamıştı, ütümü süzüyordu yine.

Yanına gidince elimi tutup etrafımda bir tur döndürdü. Yine çok güzel olmuşsun senpai!'' Gülerek ona baktım, bana küçüklüğümüzden beri böyle seslenirdi, sebebini sormuştum ama bana 'canım istiyor' demişti sadece. ''Teşekkürler bücür.'' ''Hey senden uzunum artık!'' ''Bu bir zamanlar bücür olduğun gerçeğini değiştirmiyor.''

İkimizde kahkaha atmaya başlamıştık, ormanın bu kısmına sadece oduncular gelirdi, onlarda çoktan evlerine gitmişlerdi, yani eğer burada top bile patlasa kimse duymazdı. Havanın iyice kararmaya başladığını fark edince birlikte ormanın derinliklerine doğru yola çıktık, gideceğimiz yer ormanın derinliklerinde bir açıklıkta tek başına olan bir şatoydu. Sadece bahçesi bizim köy ve birkaç civar köy kadardı, ama sahibini kimse tanımıyordu,bu yüzden bir çok farklı efsaneler uydurulmuştu, hatta sahibinin içeride ölüp eve musallat olduğunu söyleyenler bile vardı.

Yakınlaşmaya başladığımızı gittikçe azalan ağaçlardan anlamıştım, birazdan şato karşımıza çıkacaktı. Biraz daha yürüdükten sonra yolumuza çıkan çalılar yüzünden elbisemin eteklerini kaldırmak zorunda kalmıştım, Ronald ise hemen arkamdaydı, her an tetikte gibi bir hali vardı. Ve en sonunda işte oradaydı, devasa şato. Ay tam tepesinde dururken bütün ihtişamıyla karşımıza dikilmişti, muhteşem bir manzaraydı.

Ronald'a bakıp eteklerimi bıraktım ve gaz lambamı yaktım, neredeyse önümüzü göremeyecektik, Ronald benim yaptığım gibi kendi lambasını yakınca yolumuza devam ettik

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Ronald'a bakıp eteklerimi bıraktım ve gaz lambamı yaktım, neredeyse önümüzü göremeyecektik, Ronald benim yaptığım gibi kendi lambasını yakınca yolumuza devam ettik. Şatonun dış kapısına gelince içeri girmek için bir hamlede bulunmuştum ki, Ronald kolumu tutup beni durdurdu.

''Dikkatli ol, biliyorsun üç saat.'' Gülümseyip yanağını öptüm, benim için endişelen tek kişi oydu. ''Biliyorum Ronie, merak etme. Gelemezsem bilki seni seviyorum.'' Sona doğru alaylı sesimle konuştuğum zaman kaşlarını çattı ve kolumu bırakarak sarıldı, duygusal bebek seni. Kollarımı beline sarıp çenemi omzuna yasladım, boyu gerçekten uzundu.

''Görüşürüz koca bebek, döndüğüm zaman büyümüş ol.'' Göz kırpıp kaçtığım zaman arkamdan homurdandığını duymuştum, ama umursamadan yoluma devam ettim. Kapıya doğru yürürken kafamı çevirip koskoca bahçeye baktım, hiç çit yada duvar yoktu. Sadece devasa bahçesi ve yeşil çimleri vardı, demek ki sahibi manzarayı sevmiş olmalı ki, bozmak istememiş.

Kapıya geldiğim zaman önce tıklattım, sahibi içerideyse ''kayboldum'' diyerek bizim köyü sorup sonra kaçacaktım. Neden durduk yere kendimi rezil edeyim ki? Kapı kendiliğinden açılınca elim havada kalmıştı, ne oluyor lan burada?

Açılan kapıdan içeri girip yürümeye başladım, baya büyüktü, aynı zamanda da karanlık. Olduğum yerde durarak biraz ayın, biraz lambanın ışığıyla etrafı inceledim, daha çok siyah renklerle döşenmesine rağmen oldukça hoş duruyordu.

 Olduğum yerde durarak biraz ayın, biraz lambanın ışığıyla etrafı inceledim, daha çok siyah renklerle döşenmesine rağmen oldukça hoş duruyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

(Uygununu bulamadım, siz hayal edin.Şato bu şekilde dekore edilmiş)


Merdivenlere yönelmeden önce etrafta birisi olup olmadığını anlamak için seslenmeye başladım, ama kimse yanıt vermiyordu. Medivenlere yönelip yukarı çıktım, sanırım köylüler haklıydı, sahibi ölmüş olmalıydı. Ama bir tuhaflık vardı, etraf oldukça temizdi. Yukarı çıkınca merdivenlerin ikiye ayrıldığını fark ettim, bu sefer farklılık yaparak sola döndüm ve karşıma çıkan ilk koridora girdim. Burada tablolar sırasıyla düzülmüştü, hepsi farklı, ama bir birine benzeyen kişilere aiti, birkaçı hariç tabi.

 Bütün tablolardaki erkeklerin saçları siyahtı, kadınlar da biraz farklılık vardı, mesela bazıları sarışın, bazıları kahve rengi saçlara sahipti. Koridorun neredeyse ortasına yaklaştığı zaman diğer tablolarda olan 3 çocukların büyümüş olduklarını fark ettim, hepsi siyah saçlıydı. Bir sürü tabloları vardı, ergenlikleri, çocuklukları hepsi bu tablolarda vardı.

Ortalarda bu üç çocuktan ikisinin yanında iki çocuk fark ettim, birisi sarışın diğeri mavi saçlı. Sarışın çocuk ve mavi saçlı olan çocuk gülerken diğer ikisi gülmeden sadece diğer tablolardaki gibi dümdüz bakıyorlardı. Biraz ilerlediğim zaman yine o dördünü  gördüm, bu sefer ayrı ayrı tablolardaydılar. 

Daha çok düğün kıyafetlerinde gibiydiler, sarı gözlü adamla sarışın çocuk vardı, sarışın olan beyaz giymişti, diğeri siyah. Kafamı hemen yanlarında duran tabloya çevirdim, mavi saçlı çocuk ve siyah saçlı adamda öyleydiler, muhtemelen evleniyorlardı. Kabul etmeliyim, çok cesurlarmış. Kimse eşcinselliği onaylamazken onlar evlenmişti, üstelik herkesiz gözüne soka soka yapmışa benziyorlardı.

Bu sefer kafamı bir diğer tabloya çevirdim, bu sefer geride kalan yeşil gözlü çocuk vardı, o da büyümüştü. Yeşil gözleri tablodan bile keskinliğini belli ediyordu, Üstelik yalnızda değildi. Bir kadın vardı ve bir adam. Kadın sandalyede otururken adam ve o onun arkasında duruyordu, kadının oturduğu sandalyeye elini koyarak bakıyordu resmi çizen kişiye.

Buraya geldiğimden beri yaptığım gibi yavaş adımlarla yürüyerek başka bir tablonun önüne geldim, bu sefer yeşil gözlü adam yalnızdı, ve yakından çekilmişti portre, yeşil gözleri belirgince görünüyordu. O anda bir şey fark ettim, tabloların altında sahiplerinin adı yazıyordu, gözlerim aşağıya kayınca adını gördüm, William T. Spears.

Tablonun önüne durup incelerken ''Yakışıklı adammış'' diye mırıldandım kendi kendime. 

Koridorda yankılanan sesle irkilip etrafıma baktım, evde kimse yoktu, emindim bunadan, o zaman kimdi bu?

********************************************************************

İkinci bölümün sonu, ne düşünüyorsunuz bakalım?

Baya uzun bölüm oldu

Sizce sesin kaynağı neydi?

Grellİn başına neler gelecek?

The old castleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin