3-Yabancı II. Kısım

781 67 12
                                    


***

Arthur artık yola çıkması gerektiğini biliyordu ancak kızın iyi olacağından da emin olmak istiyordu. Yarası yeniden açılabilirdi, iltihap kapabilirdi ya da güçsüz düşebilirdi. Onu kendi topraklarına götürmeyi ve korunma vaat etmeyi düşünüyordu. Kalede yapacak bir sürü iş vardı. Şüphesiz kendisine bir görev edinebilirdi. Zamanla yeni bir kocası olurdu, aile kurardı. Fakat bu planı uygulayabilmesi için önce onun kim olduğunu öğrenmeliydi. Aileyi, klanı zor durumda bırakacak kadar önemli biri olduğunu zannetmiyordu. Ama yine de MacKinloch'un önemli adamlarından birinin kızıysa ve kocası ne kadar ölmüş olsa da babası izini sürerse sorun yaşamak istemiyordu. Aslında mantıklı olan onu güvenli şekilde ailesine teslim etmekti. Sahiden kimsesiz olduğuna inanmıyordu.

Brenna berbat haldeki elbisesinin üstüne adamın tartanını sararak açılmaması için önce deri bir kemerle bağladı, sonra da iğneledi. Temizlenebileceği kadar suları yoktu, bu yüzden sadece yüzüyle ellerini yıkayabilmişti. Fakat onları çoktan savaşçının yıkadığını tahmin ediyordu. Adam gerçekten iyi bir terzi değildi ve Brenna onun hatırasını ömrünün kalanında vücudunda taşıyacaktı. Gerçi aldığı yarayı ve savaşçıyla adamlarının onu kurtarışını hatırlaması için çirkin bir yara izine gerek yoktu. Son nefesini verirken dahi yaşadıklarını ilk andaki kadar hatırlayacağından emindi.

Saçlarını küçük bir kumaş parçasıyla ensesinde topladı, eşyalarının kayıp olması büyük talihsizlikti. Birden durdu ve tam mağaradan çıkarken kayıp eşyaları için endişelenip talihsizlik kelimesini kullanmasına histerik şekilde gülmeye başladı. Yaşarken yaşadığı cehennemin ardından kaybettiklerinin arasında eşyalara üzülecek vakit bulması cidden komikti. Belki de zihni basit emirler verip temel yaşam ihtiyaçlarını düşünerek onu oyalıyordu. Böylece Brenna da acı ve panikten delirmiyordu. Şimdi ona ne olacaktı? Savaşçı her ne kadar dostça davransa da aslında kim olduğunu öğrenmemeliydi. Babasına ve klana verdiği bunca zararın arından Brenna bir de bunu yapamazdı. Diğer klanlar için esir, babasının onuru için daha fazla tehdit olamazdı.

Savaşçıya hiçbir şekilde bir isim vermeyecekti. Vermesi gerekse bile bu isim gerçek bir isim olmayacaktı. Sadece bir an adamla birlikte onu götüreceği yere gitmeyi hayal etti. Başka topraklarda Rory ile kuramadığı hayatı tek başına taze bir dul olarak kurabilir miydi? Bu adam ona yardım eder miydi? Ya da bu yardımın karşılığı ne olurdu?

Arthur adamlarıyla birlikte atları hazırladığı sırada kızın mağaradan çıkışı üzerine bakışlarını ondan tarafa çevirdi. Sade şekilde ensesinde toplanmış kızıl, dalgalı saçları o her ne kadar mütevazı görünmeye çalışsa da buna izin vermiyordu. Teni sahiden beyazdı. Yeşil gözleri ise uçsuz bucaksız bozkırlar gibiydi. Bu güzellikte kusur olarak kabul edilebilecek tek detay yanaklarındaki belli belirsiz çillerdi. Dudakları çatlak ve solgundu fakat Arthur bu dudakların normal bir günde gül rengi olacağından emindi. Yaralı olduğu için düzgün yürüyemiyordu. Ah... Üzerinde Arthur'un kiltiyle o kadar davetkâr görünüyordu ki bu manzara genç adamı rahatsız etti. Sanki onunmuş, ona aitmiş gibiydi bu haliyle ve kısa bir an da olsa içinde ilkel bir şeyleri uyandırmıştı.

"At binmeyi biliyor musun? Tek başına binebilir misin?"

Brenna başını usulca sallayarak onu onayladı ama Canı acırken ata nasıl bineceğini ve daha da önemlisi sonrasında nasıl dengede kalabileceğini bilmiyordu.

Arthur kızın atlara tereddütle baktığını gördü ve yarasını düşününce o istese bile ata tek binmesine izin vermemesi gerektiğine karar verdi. Sağlam yanına geçerek onu birden kucakladı ve onu bembeyaz, heybetli bir atın üzerine oturttu.

Nehir PerisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin