Arthur gün doğarken kollarındaki kızı yarasıyla ilgilenilmesi için civardaki bir mağaraya taşımıştı. Yanındaki az sayıda adamıyla çıktığı bir keşif gezisinde, saldırıya uğramış, yaralı bir genç kadının hayatını kurtarmak ve haydut öldürmek planladığı bir durum değildi. Kadın kimdi ve başını nasıl bir belaya sokarak adamların eline düşmüştü bilmiyordu ama haline bakılırsa yaralanmadan önce mertçe savaşmıştı. Hangi klanın üyesiydi, onu bekleyen bir ailesi var mıydı, bilmiyordu. Uyanıp kendisine gelmeden önce de öğrenemeyecekti. Biraz toparlandığında onu ailesine götürmeliydiler. Kendi topraklarında misafir etmeyi ve kalede şifacılara teslim etmeyi düşünmüş olsa da bu yolculuğun onu sarsabileceğinden endişe ediyordu.
Kendi topraklarına İngiliz saldırısı gerçekleşmişti ve Jamie'yi kalleşçe tuzak kurarak yaralamışlardı. William Corning, İngiliz esirlerinin intikamını almak için adamlarını göndermişti ve Arthur'la adamları da onlarla savaşarak sınırın diğer ucuna dek kovalamışlardı. Şimdiyse dağlarda saklanan var mı diye emin olmak için keşif gezileri yönetiyordu. Başında bunca sorun varken kim olduğunu bilmediği bir yaralı kızı kurtarmak pek akıllıca olmasa da Arthur başka türlüsünü yapamazdı. Kızın hayatta kalmak için onun yardımına ihtiyacı vardı. Saçlarındaki kurumuş çamura baktı, kızıllarını toprak rengine boyamıştı. Burnunun üstünde ve yanaklarında az miktarda da olsa çil vardı. Belli ki güneşten kendisini korumamıştı. Elleri Arthur'un kız kardeşi Gavina'nınkiler kadar narin değildi. Toprağa, bitkiye dokunmuş ellerdi bunlar. Sonra parmağındaki yüzüğü gördü. Bu bir evlilik yüzüğü müydü? Nedense onun evli bir kadın olabileceği ihtimalini aklına getirmemişti. Oysa pekâlâ kocasının yanında saldırıya uğramış olabilirdi. Berbat haldeki elbisenin üzerindeki nakışlar özenle işlenmişti. Muhtemelen genç kız kendi işlemişti. Yarasının temizlenip dikilmesi ve ateşinin düşürülmesi gerekiyordu. Elbisenin bağlarını çözerek yavaşça omzundan indirdi ve kızın yarasını ortaya çıkardı. Sonra elbiseye son bir defa bakarak kız kendisine geldiği zaman örtünme ihtiyacını gidermeye yetmeyeceğini düşündü. Yaranın üzerine biraz şarap damlattı. Şifacı, şu İngiliz, eğer burada olsaydı Jamie'ye olduğu gibi bu kıza da yardım ederdi. Onunla ilgili birçok konuda şüpheleri vardı ama şifacılığı hakkında bir şey diyemezdi. Yetenekliydi ve şu an onun yetenekli ellerine ihtiyaçları vardı, özellikle de dikilmesi gereken narin bir kadın eti söz konusuyken.
Silahtarı Ian'ı çağırdı, kızın vücudunu sabit tutması için emir verdi ve şu an baygın olsa da ayılıp can havliyle çırpınırsa ne yapacağını düşündü. Demek ki kılıç kullanırken titremeyen eller, iş açmaktan çekinmediği yaraları dikmeye geldiğinde titreyebiliyordu.
Sonunda işi bittiğinde kızın hayatı boyunca her kendini yıkayışında onu anacağını düşündü. Çünkü pek başarılı bir terzi sayılmazdı. Sonra daha rahatsız edici bir düşünce zihnine süzüldü. Şüphesiz kızın kocası tarafından da anılacağı zamanlar hayli fazla olacaktı. Yerinden kalkıp ateşten uzaklaştı, temiz hava almak için mağaradan dışarı çıktı. Adamları dışarıda huzursuz bir şekilde dolanıyorlardı. Hepsi bir an evvel yola çıkıp eve dönmek istiyordu. Topraklarına henüz bir saldırı gerçekleşmişti, liderleri şu an iyiydi ama kısa zaman önce yaralanmıştı. Evde olmaya ihtiyaçları vardı. Ancak kızı bu halde bırakamazlardı. Uyanıp yola çıkacak kadar toparlanmalıydı. Bu yüzden onlara bugünü ve geceyi burada geçireceklerini söyledi.
Nehir kenarından getirilen temiz suyla kızın vücudunu silerek ateşini düşürmeli, onu serinletmeliydi. Bunun için kollarını sıvadı. Nasılsa iyi durumda olmadığını gördüğü kızın elbisesinden birkaç şerit kopardı. Tamamen içliğiyle kalmasına neden olacak kadar onu soymak zorunda kalmıştı. Ama tabii ki Arthur onurlu bir adamdı ve kadının erdemini korumak da onun bir savaşçı olarak vazifesiydi. Bu yüzden tartanını bir battaniye gibi kızın omuzlarından aşağıya, göğüslerini ve kalçasını kapatacak şekilde örttü. Teni, sildikçe beyazlıyordu. Solgundu ve oldukça açık tenliydi. Acaba bunun nedeni hastalığı mıydı yoksa normal bir günde de böyle mi görünüyordu? Ateşin fazla yakınında yatırmamıştı çünkü sıcağın ona iyi gelmeyeceğini biliyordu. Dudaklarını suyla ıslattı, yattığı kürkü düzeltti. Kendisi de baş ucundaki bir taşın üzerine oturdu ve usulca mırıldandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nehir Perisi
Historical Fictionİskoçya'nın en güçlü klanının genç savaşçısı Arthur MacDougal, artık ağabeyi ve klanının reisi Kara MacDougal'ın yanından ayrılıp kendi topraklarını yönetmeye hazırdır. Bunun için vakti geldiğinde kârlı bir anlaşmayla, klanına karşı sorumluluklarını...