Ay ışığının aydınlattığı gecede Brenna pencerenin önünde şalına biraz daha sarındı ve diğer yanda lir çalıp eski bir İskoç şarkısını mırıldanan kız kardeşine baktı. Briana ile yıllar sonra kısa bir süreliğine de olsa bir araya getirilmişlerdi çünkü Brenna'nın bir an evvel ona benzemesi gerekiyordu. Kız kardeşini iyi tanımalı, dersine iyi çalışmalıydı. Kalenin sağ kanadında gözlerden uzak şekilde bir süredir yaşadığı esaretin içinde her gün ve gecesi bu amacın uğrunda birbirine benziyordu.
Kinloch topraklarına ilk döndüğünde doğrudan kaleye yol almıştı ki bu aslında daha riskliydi. Köye veya teyzesine değil, doğrudan babasının huzuruna çıkarak gözyaşları içerisinde af dilemişti. İhanetinin bedeli pekala canı olabilirdi. Ancak yeminler edip hâlâ bakire olduğunu söylediğinde hekimin aşağılayıcı muayenesine göğüs germesi gerekse de sonunda her şeye rağmen işe yarayabileceğine babasını ikna etmişti.
Dev bir hayal kırıklığıydı ve alenen haindi. Bu babası ve en yakınında olup planı bilen birkaç kişi tarafından su götürmez bir gerçekti. Fakat bunun yanı sıra kaçacak kadar cesur, hayatta kalıp iffetini koruyabilecek kadar da şanslı ya da yetenekliydi. Yani aynı zamanda casuslukla ilgili sandıklarından fazla umut vaat ediyordu. Ayrıca çoktan söz verilmiş ve nişanı ilan edilmişti. Yani onlar da Brenna'ya muhtaçtılar.
Genç kız bir hanımefendi gibi davranmayı öğrenmesi, güzel yazı, müzik, resim ve nakış gibi konularda eksiklerinin giderilmesi için tutulan ağzı sıkı öğretmeni tarafından hızlandırılmış bir eğitime tabi tutulmuştu. Aslında çoğu şeyi zaten babasının onu eğitme merakı yüzünden büyürken öğrenmiş olsa da gerçek şuydu ki o Briana kadar narin, zarif bir genç kadın değildi. Belki de annesine çekmişti, bunu bilemezlerdi fakat Briana'nın kırgın zarafetine karşılık Brenna'nın savaşçı bir ruhu, dayanıklı bir bedeni vardı.
Boyu kız kardeşinden biraz uzundu. Onun kumral, sarıya çalan saçlarının aksine Brenna kızıl saçlı ve çilliydi. Ancak ikisinin de gözleri yeşilin aynı tonundaydı ve bu konuda şanslıydılar. Babalarına benziyorlardı.
Briana küçük elli, küçük ayaklı ve daha ince belliydi. Brenna ise daha geniş omuzlu, uzun ve iriydi. Tabiri caizse atletik bir vücudu vardı. Hizmetçi kadından duydukları kadarıyla bir kadının kalçası ne kadar iriyse o kadar doğurgan olurdu ve çocuğu doğurması da buna oranla kolaylaşırdı. Eğer bu doğruysa Briana'nın bir düzine çocuğu olacaktı ve Brenna ise epeyce talihsizdi. Gerçi ikisinin de görevleri düşünüldüğünde Tanrı bedenlerini yaratırken adil davranmış olmalıydı.
Briana'nın bol bol çocuk doğurması gerekirken Brenna'nın mümkün olduğunca hayatta kalması, ailesine gereken askeri bilgileri toplaması, MacDougal denen şeytanın ininden en az yara ile kurtulması gerekecekti. İki kardeş de hazırlıkları devam ettikçe planın başarıya ulaşacağına dair umutlarını arttırmışlardı. Başta imkansız gelenin başarıya ulaşabileceğine dair umutları planın üzerinden geçip çalıştıkça artmıştı.
İki kardeş birbirlerinden farklı amaçlar için bambaşka kaderlere savrulsalar da ayrı geçen onca yıla rağmen kısa sürede iyi arkadaş olmuşlardı. Huyları da görünümleri kadar birbirinden farklıydı. Ancak bu farklılık aralarındaki kan bağından gelen yakınlığa ve birbirlerine yoldaş olmalarına engel değildi. Brenna babasının sevgisini geri kazanmasının tek yolunun görevinde başarılı olmak olduğunun farkındaydı. Kız kardeşininse sevgisini kazanmak için çabalaması gerekmemişti. Garip şekilde ömründe ilk defa kendisini ailenin bir parçası gibi hissediyordu. Briana'nın ise yıllar süren tecridin ve yalnız büyümesinin ardından ilk defa bir arkadaşı vardı. Üstelik bu arkadaş gerçek dünyadan gelen kız kardeşiydi. Genç yaşına rağmen gözü pek, cesur ve anlatılacak gerçek bir hikayesi olan Brenna...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nehir Perisi
Historical Fictionİskoçya'nın en güçlü klanının genç savaşçısı Arthur MacDougal, artık ağabeyi ve klanının reisi Kara MacDougal'ın yanından ayrılıp kendi topraklarını yönetmeye hazırdır. Bunun için vakti geldiğinde kârlı bir anlaşmayla, klanına karşı sorumluluklarını...