ÖnSöz: Adam'ı Amanda ile şipleyenlerin, Helen'i Amon'la şipleyenlerden farkı yoktur.
"Neye bakıyorsun sen?"
Böyle başlardı pek çok diyalog. Korkunç bir trafik kazasının ardından, bacağını kaybeden, depresyona giren, ailesini kaybeden, dolayısıyla işini kaybeden genç Doktor Lawrence Gordon da, böyle başlattı iki kişilik konuşmayı.
"Üzgünüm, yanlış anladınız, niyetim dik dik bakmak değildi..."
"Annen de öyle dedi!" Eski Lawrence, yeni Lawrence'a baksa, ayıplar, kınar, küfürbazlığı karşısında hayrete düşerdi. Ama artık yeni Lawrence buydu. Bir bacağı eksik, karizması noksan, gücü kuvveti eksik.
Fakat o öyle değildi. Vücudu tek parçaydı. Yakışıklı, genç, hayatını çarçur eden bir tip... Böyleleri sağlıklı kalırdı öyle değil mi? Böylelerinin başına böyle elim kazalar gelmez, kendi güvenilir bok çukurlarında yaşamaya devam ederlerdi. Şanssız olanlar Lawrence gibilerdi. Eğer dipte yaşamaya alışmışsanız, başınıza gelen talihsizlikler sizi fazla ırgalamaz, yaşadığınız şeye en fazla "drama" adı verilir. Ya da trajedi... Ama en zirvedeyseniz, en tepedeyseniz, neredeyse Olimpos'ta iseniz, oradan dibe çakılmak, en derine düşmek, Tartaros'u tatmak, "melodrama" olur. Yani "melotrajedi". Veyahut, Lawrence gibi durumu abartmayı sevenler için, "megatrajedi" gibisinden bir kelime uydurulabilir.
"Dostum, senin sorunun ne?" diye bir itiraz geldi bu genç adamdan. Lawrence, son sözü söyleyememekten nefret ederdi. Hele de elinden her şeyinin alındığı bu ikinci hayatta... Genç adamın üzerine yürüdü. "Buralarda bizi ayıracak kimse yok, seni öyle bir parçalarım ki, leşini kimseler bulamaz. Ciddiyim yaparım bunu."
Uluorta tehdit ha... evet, onları ayıracak kimse yoktu gerçekten, ama o kadar da tenha değildi buralar... Eski Lawrence, insanların hayatını kurtaran bir doktor filan olabilirdi, ama tehlikeliydi yeni Lawrence. Kana susamıştı, bir vampir gibi. Sırf yan baktığını hissediyor diye bu adamı benzetebilirdi, hem de fena halde. Adam da kaşınmıştı:
"O bacakla mı?"
Lawrence, bastonuna sarıldı sıkı sıkı. İtiraz sahibi, daha fazlasına cüret ediyordu ha...? Ona bu bastondan tattıracaktı, adama yaklaşarak, tehdidinin boş olmadığını göstermek için bastonunu salladı. "Bir engelliyle bu konuşma tarzı, ha... bunu ödeyeceksin dostum."
"Hayır, dostum!" diye ellerini iki yana açtı genç adam. Bu bir pes edişti, beyaz bayrak sallayıştı, vazgeçişti. "Bela istemiyorum. Kendimi açıklamama izin ver. Gözlerim, senin olmayan bacağının üzerinde biraz haddinden fazla durdular, evet, kabul ediyorum ama, baktıkları yerde gördükleri şey bir eksiklik, veyahut bir acizlik değildi. Tam tersine, seni çok güçlü görüyorum. Ben yapamazdım, ben senin kadar güçlü değilim."
Lawrence, bunları zaten biliyordu. Ama adamın seçtiği kelimelerde bir egzotiklik sezdi, müsaade etti konuşsun. "Biz tek parça insanların, sizlere baktığında yaptığı ayıplama değildir, sizden daha şanslı saymıyoruz kendimizi. Size dik dik bakıyormuş gibi görünüyoruz, çünkü bunun temelde gözlerimizi kaçırmaktan pek de bir farkı yok. İkisi de, sizin durumunda olmamız durumunda yaşayacağımız hislerin kısa süreli bir empatisi. Biz yapamazdık dostum. Biz sizin kadar bile ayakta kalamazdık, dışarı çıkamazdık, yaşamaya bile devam edemezdik."
Lawrence, artık sarf edilen kelimeleri egzotikten ziyade dürüst buluyordu. Genç adamda takdir etmeye değer bir cesaret mevcuttu. Sevdi bunu. Adını sordu adamın. Yaratılan ilk insanla adaş olduğunu öğrendi.
Evet, unutmayacaktı bu ismi, sıradan bir Hıristiyan'dan daha çok tekrarlayacaktı bu adı kendisine.
SonSöz: Bu bir OneShot değil, bir doodle'dır...AO3'ye uygun olmadığını düşündüğüm için, burada Türkçe yayınlandı. O yüzden, Law ve Adam arasındaki bazı diyaloglar, fazlasıyla çeviri gibi durabilir (bu durumu nasıl açıklayabileceğimi bilmiyorum, bu durumun gerçekten bir açıklaması yok)...Aklınızı, bir parça gündemden uzaklaştırmak istedim. Konuyu tamamen unutmayın,ama arada birazcık umuda, nefes almaya ihtiyacımız var... Bu gibi doodle'lar, HeadCanon'lar, OneShot'lar, FanFic'ler hep gelecektir. Siz yeter ki isteyin...