Giriş

31 2 3
                                    

iyi okumalar ❤️

GEÇMİŞİN PORTRESİ

GEÇMİŞİN PORTRESİ

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

GİRİŞ

Başlangıç tarihi: 16 Şub, Pazar 2022 00:29

GEÇMİŞİN PORTRESİ.

Kış bitmeye yakındı, aylardan Şubat'tı ve hala dağlarda biriken karları en net şekliyle görebiliyordum. Tuval, şövaleye sabitli şekilde pencerenin önünde duruyordu ve hemen yanında da boya kutularım bitiyordu. Manzaraya karşılık resim yapmak huzur veriyordu. İçimde bir yerlerde biriken umutsuzluğu, güneşin karları erittiği gibi eritiyordu.

Kafamdaki düşünceler hâli hazırda beni bekliyorlardı. Ölümün Annesini çizecektim. İzanami'yi. Yunan mitolojisinde ölülerin tanrıçasını temsil eden tanrıçayı. Ölülerin Annesi. Tanrının kuklalarını kukla olmaktan çıkarıp, sonsuz bir hayat bahşettiği paradoks belki de. Şekli şemali yoktu, zihnimin derinliklerinde dolaşan hislerden ve renklerden yola çıkarak resmetmeye çalışacağımdan epey zorlanacaktım.

Çok eskiden okuduğum bir kitabın alıntısını aklıma düşürmüştü bu. Kitabın ne ismini ne de bir şeyini hatırlıyorum, etkileyici bir kitaptı sadece ve sanırım bu resimde bana ilham veren oydu. Üniversiteye hazırlanırken, lise dönemlerimde okumuştum ve Ölümün Anası derken aklıma gelmişti, kitapta derdi ki, ölüm, güzelliğin anasıdır. Sanki bu tabloda Güzellik'in Annesi'ni çiziyordum, bana ilham veren ya da resme yansıtmam istenen cümle buydu.

Kalbime bir taş oturmuştu sanki. Nefesimin kesildiğini hissettim, ilk başta kalp krizi geçiyorum sanmıştım. Panik vücuduma kanser hücreleri gibi yayılırken terlediğimi, nefes alamayışımı, otobandaki araçların seslerinin katlanarak yankı yaptığını ve dipsiz bir çukura düşüyormuşum gibi hissettim. O an, başım döndü. Ellerimde kan lekeleri vermek için sürdüğüm boyanın kırmızılığı vardı ama bu boya değildi. İrislerim, henüz o kadar yaşlanmamıştı kemiklerim kadar, ama bu boya değildi. Andre'nin yakarışları ve kanıyla bulanan sonbaharın etkisiyle sarılaşan yapraklar, film sahnesi misali gözlerimin önünden geçti. Aveline'nin sarı saçları rüzgarda uçuşuyordu, Fernando'yu durdurmaya çalışıyordu aksi halde Gideon'u boğazlayacak kadar öfkeliydi.

Gideon, "O piç kurusu ölmeyi hak etti, Fernando!" diye bağırdı, "sakın beni zorlama," cümlesi ima doluydu, kan ve intikam desibele sahip olabilseydi, Gideon'un Fernando'ya haykırdığı bu kelimelerin sesinden başka bir şey olamazdı. "Sakın, Fernando, beni asla zorlama neler bildiğimi biliyorsun."Hırs gözünü boyamıştı adeta, sanki yeniden oraya gitmiştim ve aralarındaydım. Bir ağacın arkasında, gözyaşları içerisinde onları izliyordum.

Aveline araya girdi, Gideon'un öfkesini yatıştırmak istercesine onu ittirdi. "Yeter, Gid, kesin şunu çocuklar." Sarı saçlarını toplamaktan vazgeçerek Andre'ye son bir bakış attı ve yanıma geldi. "Milla, topla kafanı, seçimi yapmak zorundasın."

Seçimimi yapmıştım.

Ağaçların arkasında saklanan Camilla, ağlayarak ellerine baktı. Katil olmasına sebep olan ellerine. Bu, o kadının geçmişiydi. Geçmişinin kanlarıydı.

Andre'nin, "Camilla, hayır!" diye haykırışının ardından patlayan silah sesini ve silah sesiyle dağılan kuşların kanat çırpışlarını, en yüksek ve yankılı şekilde duydum. Andre'nin cansız bedeni orada yatıyordu ve biliyorduk ki bu olmalıydı. Andre bir kurbandı ve kurbanı Tanrıya vermiştik. Aveline'nin Andre'ye yaklaşıp, "Ölmüş," deyişini anımsıyorum. "Nefes almıyor."

Fernando, derince soluklanmıştı. "Kurban verildi, kefalet ödendi, günah arındırıldı."

Gideon, "Dieu merci," diye mırıldandı göğe bakarak. "Tanrı'nın bizi affetmesi gerekiyor, lütfen..."

Fernando, Andre'nin yanından uzaklaşıp yanıma geldi. Yara bere kaplı, soğuk, beyaz teninin güneşte parladığı kemikli ve ince ellerini yanaklarıma; oradan dirseklerime indirdi. "Özür dilerim, Jane. Böyle olması senin suçun değil."

Kaşlarımı çattım, genelde bana Milla derdi, Jane'i onun ağzından duymaya alışkın değildim. "Jane?"

"O ismi seviyorum."

Başımı salladım, Fernando arkasında cansız yatan Andre'ye baktım. "Özür dilerim, Andre."

Elimdeki silahı, çalı çırpı, biraz da kuru yaprak ve bolca kan dolu ormanın toprağına atmıştım. Aslında düşmüştü. Sanırım düşmüştü, anımsadıklarım arasında bu yok. Silah, yere düştü. Yapraklar sanki ağır çekimde düşmenin etkisiyle uçuştu ve tok ses kulaklarımı doldurdu.

Tabloya baktım. Üzerimde büyük bir yük bırakan, seneler öncesinde yaşanan ve tanıştığım bu insanların bıraktığı etki hala devam ediyor; bazen intihara bile sürükleyecek dereceye getiriyordu beni. Ölümü çizdiğim tabloya baktım.Tanrı'nın kısıtladığı yaşamları özgürleştirip aptal insanların bunun için ağlayıp kendini paraladığı o paradoks.

Omzumun üzerinden geriye baktım.

Başımı öne çevirdim ve tabloya yeniden baktım, kırmızı ve siyahın birleşiminden oluşan bordo renge. Ölüm değildi bu tablo. Ana fikri ölüm değildi. Suçtu, seçimdi, bedeldi, gözyaşıydı, sevgiydi ama ölüm değildi.

Ölüm geçmişime fazla masumdu.

Yaptığım seçimlerdi. Ağladığım sonuçlar. Sevdiğim insanlar, öğrendiğim gerçekler. Sandık altına gömülü duran, gizli tarihimizdi. Sakladığımız sırlar, iliklerimizde kalbimizin atışını hissetmemize sebep olan duygularımız. Yazdığımız mektuplardı belki de ama en başı, kaderdi.


16 Şub, Pzr
00:29 (ilk yazılış)

1. Yayımlanış tarihi: 19 Şubat 2022
2. Yayımlanış tarihi: 9 Temmuz, 2022
3. Yayımlanış tarihi: 26 Haziran 2024

GEÇMİŞİN PORTRESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin