4. BÖLÜM

1 1 0
                                    

merhabalar 🫶🏻🫶🏻 keske vpn kullanmak zorunda kalmasak ama ne yazik ki wattoad acilacak gibi durmuyor.

iyi okumalar 🥰💝


apparat, goodbye

giuseppe tartini, devil's trills sonata in g minor



4. BÖLÜM

Bütün gece uyuyamadım.

Ay Dede’yle konuşacak kadar kafayı yememe ramak kalmıştı. Bu devirde bazı alışkanlıklar, zorunluluk gibiydi. Kiliseye gitmeyenler dayak yiyordu resmen. Bu sabah da Fernando, Aveline ve diğer arkadaşlarıyla da kiliseye gidecektik. Üzerimde Aveline’in beyaz geceliği vardı, yataktan çıkıp kendi kıyafetlerimi giydim ve merdivenlerden aşağı inerek, kahve kokusunu takip ettim.

Esmer, sıska, orta boylu bir oğlan ve yanında kumral, buğday tenli bir oğlan daha mutfak masasında oturuyorlardı. Onlara şaşkın şaşkın bakarken, onların Fernando’nun bahsettiği, Oliver ve Nathaniel olduğunu fark ettim. Aveline sarı saçlarını tepeden at kuyruğu toplamıştı. Üzerinde sade, haki yeşili bir elbise vardı. “Günaydın, Jane,” dedi, “gelsene, bunlar bizim çocuklar sana bahsetmişti Fernando.”

Başımı sallayarak boştaki sandalyeye oturdum. “Evet bahsetmişti,” Nathaniel ve Oliver’a baktım gülümseyerek. “Jane.”

Esmer olan, “Oliver,” diyerek kim olduğunu belli etti. Diğerinin de Nathaniel olduğunu anlamıştım. Nathaniel, Oliver’ın aksine daha buğday tenli ve açık renk saçları olan, Fernando’dan biraz daha kalıplı ve yapılı biriydi. Oliver ise daha sıska, beyaz tenli, siyah saçlı, vücudunun çelimsizliğine rağmen uzun boyluydu.

Uzun bir nefes çekip, kısacık sürede geri verdiğimde, hala bu evde ne halt ettiğimi kendime soruyordum. Duvardaki saate baktığımda saatin, öğleden önce 10’a yaklaştığını gördüm. İlk çan çalınalı neredeyse 3 saat olmuştu, biz yattıktan bir-iki saat sonra olmalıydı, ikinci çanın çalmasına ortalama 2 saat vardı, sanırım ilk durak kilise; oradan da saray veya bir bardı, emin değildim.

“Kahve koyayım mı?” dedi Fernando, bakışları bendeydi. “Poğaça var, Ave yapmıştı.”

Başımı sallamakla yetindim, herhangi bir cevap vermememden rahatsız olan – ve bunu gizlemeye asla lüzum göstermeyen – Aveline, sarı saçlarını kulaklarının arkasına iki elinin yardımıyla sıkıştırırken, “Londra’ya geri dönmeyeceksin,” diye konuştu iğneleyici sesinin verdiği huzursuzlukla, “değil mi, Jane?”

Gözlerimi kısmama engel olamadım ama yine de yüz ifademi toplayıp ona cevap verdim: “Evet, temelli Paris’teyim, Aveline, anneme bakıcı tutacak kadar bütçem maalesef yok.”

“Ne yazık.” Şirret kadın.

Fernando kahve ve iki adet poğaçayı önüme koyduğunda ona teşekkür ettim ve kahvaltımı yapmaya başladım. Bu sırada Aveline tabii ki rahat durmadı, Tanrı aşkına, bu kızın benimle derdi neydi? Benden asırlarca büyük olabilirdi ama ben ondan daha bilgeydim. Neticede teknolojiyi biliyordum, o gölün içinde çamaşır yıkayabilirdi.

“Büyülere ilgin var mıdır, Jane?” demesiyle Oliver’ın, “Ave, kes şunu,” demesi bir oldu, Nathaniel’ın kınayıcı bakışları kızın üzerinde geziniyordu.

Lokmamı yuttum. “Neden sordun?”

Omuzlarını kaldırıp indirdi, orta parmağında durduğunu yeni fark ettiğim büyük, siyah taşlı yüzüğüne indirdi bakışlarını. “Seni tanımaya çalışıyorum,” yüzüme dik dik bakmaya başladı, “neticede aynı evde kaldık,” gülümsemesi iç açıcı değildi.

GEÇMİŞİN PORTRESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin