Haziran ayının son pazar günü, güneş yeni batmaktaydı. Gangnam'ın ışıltılı işlek sokaklarında, eğlence mekanlarının arasında kaybolmuş, ara sokakta bulunan ve tek katlı bir evden bozma olan Aurinko Kilisesi'nin rahibi Kim Minseok, misafirini beklemekteydi.
Havanın bunaltıcı sıcağına rağmen kilisenin mutfağında bir tencere çeşitli baharatlarla tatlandırılmış şarap kaynamaktaydı. Ayinlerin yapıldığı salonda bulunan piyanoda, rahibin verdiği büyülü komut sayesinde, rastgele bir şeyler çalınıyordu.
Pazar ayinleri sabah yapılır, öğlene doğru biterdi. Cemaat yanlarında getirdiklerini mutfakta yer, işleri bittikten sonra da kilisenin temizliğini yapar ve giderdi. Kilisenin ayinden sonra açık kalması için bir sebep kalmıyordu böylelikle. Eğer burada yaşamasaydı kesinlikle kapıyı kilitler ve giderdi Minseok. Kendi günahlarının affı için rahip olmuştu, diğer insanlar ve günahları onu çok bağlamıyordu.
Misafiri, bundan iki ay önce ilk defa karşısına çıkmıştı. Ayine katılan tüm yüzleri tanırdı Minseok ve bu genci daha önce hiçbir ayinde görmediğinde emindi.
Aynı şimdiki gibi kapının önünde oturuyor ve sigarasını içiyordu Minseok. Nisan yağmuruna yakalanıp sırılsıklam olmuş bu genç adam, kızarmış gözleriyle tam karşısına dikilmişti. Kendisinden biraz büyük, muhtemelen otuzlu yaşlarda olmalıydı. Üzerinde tamamen siyah olan bir takım elbise vardı. Aynı renk uzun saçları yağmurdan dolayı karmakarışıktı. Oldukça da uzundu.
Bir an için onun kadar uzun olmayı istemişti rahip. Çok değil, sadece birkaç yıl önce onun fiziğine sahip olsaydı bazı günahların önüne geçebileceğini düşünmüştü.
Saat çoktan akşam olduğu için onu içeri almak istememişti ancak yere çöküp ağlayarak, yalnızca konuşmak istediğini söyleyince kabul etmek zorunda kalmıştı. Genç içeri girdiğinde salondaki sandalyelerden birine oturmak yerine, salon kapısının yanında bulunan günah çıkarma kabinine girmişti hızla. Minseok oldukça şaşırsa da kısa sürede toparlanmış ve kendi için ayrılan kısma girmişti.
Genç adam, hemen rastgele şeylerden bahsetmeye başlamıştı: Sabah yaptıklarını, okuduğu köşe yazısını ve tanık olduğu kedi kavgasını bahsetmişti. Minseok tam sinirlenecekti ki, genç adam gördüğü tuhaf rüyayı anlatmıştı.
Rüyasında Tanrı Orman denilen yerde, kurumuş çam ağaçlarının bıraktığı açıklıkta bir gölgeyle sevişmişti. Ağaçların arasında onları izleyen bir sürü tanıdık varmış ve onları alkışlıyorlarmış. Ardından bir zakkum fidesi göğsünü yarıp çıkmış ama onu öldürmemişti.Çok hızlı ve heyecanla konuşmuştu, sanki az önce kapının önünde ağlayan o değilmiş gibiydi. Rüyayı yanlış yorumladığı belliydi. Minseok da rüya yorumlamaktan anlamazdı ancak Cehennem Çiçeği diye anılan zakkumun hayra alamet olmadığının bilirdi.
Yine de sessiz kalmıştı, bu genç adamın ondan bir yorum yapmasını beklemediğini, sesinin neşeli tonundan anlamıştı.Konuşması bittikten sonra bir tomar parayı oturduğu yere bırakıp gitmişti.
Bir hafta sonra tekrar gelmişti, yine kendi kendine konuşup durmuş ve para bırakarak gitmişti. Kendi hakkında hiçbir şey anlatmadığı gibi Minseok'un sorularını da duymazdan gelmişti.Pekala, istediği buysa, bu zengin piçi ve tuhaf hikayelerini dinlemeye devam edebilirdi.
Minseok, kilisenin girişinde bir taburede oturuyordu. Kör olan sol gözünü gizleyen deri göz bandını çıkartıp cebine koymuştu. Siyah gömleğinin düğmelerini de karnına kadar açmıştı. Terden ve sıcaktan iyice kabaran kahverengi, ensesine kadar inen saçlarını tek eliyle yapabildiği kadar düzeltmeye çalıştı. Bir yandan da ağzında sigarasıyla, antrede yanan mumların vitraylı dış kapıya yaptıkları ışık oyununu izliyordu dalgınca.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eating Oleander
FanfictionEski bir polis memuru olan Park Chanyeol, ülkenin en büyük büyücü ailesinin cinayet davasını alır.