Sabah, bir kez daha aynı kabusla uyanmıştım. Kollarımdaki Kris'in kıyafetine daha sıkı sarılarak ağlamaya başladım. Jong In odama geldiğinde toparlanmaya çalışsam da kendimi kontrol edemiyordum. Dostum bir kez daha bana sarılıp saçlarımı okşamıştı. Birilerinin yanımda olması güzeldi ama ben sadece Kris'i istiyordum. Onun bana sarılmadığı her saniye ölecek gibi hissediyordum.
Hani sensiz ölürüm denir ya, Kris bana hep benden sonra da yaşa derdi. Bunu asla istemedim. Ama ölemiyordum. Bunu bir kaç kez denesem de Jong In tarafından kurtarılmıştım. Sonra da beni onun üzüleceğine ikna ettiği için bir daha yapmadım. Tek gücü onunla yaşıyormuş gibi devam ederek buluyorum. Kris'in hayaleti her gün yaptığım yemekleri yiyor, kahvesini içiyor, beni öperek uyandırıyor ve uyumadan önce bana sımsıkı sarılıyor. Böyle olduğuna inanmazsam gerçekten yaşayamayacağımı biliyorum.
Arkadaşım bana biraz daha dinlenmemi söyleyerek kahvaltı hazırlamaya gittiğinde yatağın Kris'e ait olan tarafına döndüm. Gözlerimi kapayıp açtığımda yanımda yatıyordu. Her zamanki kusursuz gülümsemesiyle kalbimin heyecandan çırpınmasına sebep oluyordu. Gözümden yaşlar akmaya başladığında silmesini bekliyordum. Ama o öylece yatıp bana gülümsüyordu. Gözümü tekrar kapatıp açtığımda yok oldu. O an kalbimdeki ağırlığın arttığını hissettim.
Jong In'in seslenmesiyle aşağı indim. Masaya üç tane tabak koymuştu. Gözlerime baktı ve önündeki fincanı bana doğru iterek "Bunu ona götür" dedi.
Benimle inatlaşmak yerine Kris için de kahve yapmasına sevinmiştim.
"Sütlü değil mi?" diye sordum. Kafasını salladı. Götürüp Kris'in baş ucuna bıraktım. Dönmeden önce çalışma odasına uğrayıp hızla ortalığı düzeltip mutfağa döndüm.
Önce Kris'in tabağına sevdiği şeyleri doldurdum. Daha sonra da tam karşısına oturup yemeye başladım.
"Beni bazen korkutuyorsun Tao." dedi endişeli gözlerle bakarak
"Ben iyiyim Jong In. Sadece yaşamak için onun varlığını hissetmeye ihtiyacım var." dedim. Jong In'i ilk defa öyle görüyordum.Gözleri dolmuştu ama akmaması için uğraşıyordu.Benim için üzülseler de böyle daha iyi olduğumu anlamak zorundalar.
Kahvaltımızı ettikten sonra koltuklara yerleştik.
"Kaçta çağırmalıyım? Ne zaman istersin?" diye sordu. Kris'in oturduğu yere daldığım için konuştuğunu son anda fark etmiştim. Sevgilisinden bahsettiğini geç anladığım için cevabım gecikti
"İstediğin zaman çağırabilirsin. Dışarı çıkana kadar vaktim var." dedim ve aklıma gelen şeyle yerimden sıçradım.
"Lanet olsun nasıl unutabilirim." dedim ve gözyaşlarımın akmasına izin verdim.
Notları okumadığım için koşarak odaya çıktım ve oradan başlayarak hepsini okudum. Onunla ilgili hiç bir şeyi unutmamalıydım. Bu olan unutmaya başladığımın kanıtı değil belki ama eğer unutacak olursam gerçekten yaşamak için bir sebebim kalmaz diye düşünüyordum.
Geri döndüğümde Jong In, "Sakin ol Tao. Zaten her gün okuyorsun, bir günden bir şey olmaz." dese de ben kötü hissediyordum.
"Az önce aradım. Bir saat sonra burada olur." dedi.
"Hani sen almaya gidecektin?" diye sordum
"O çocuk değil Tao. Ayrıca seni yalnız bırakmak istemiyorum." dedi.
Bir saat sonra kapı çalmıştı. Onunla birlikte karşılamak için gittim. Kapıda kısa boylu şirin suratlı biri duruyordu. Kısa bir karşılamadan sonra oturma odasına geçtik. Aniden Kris'in yerine oturmasıyla olduğum yere çakıldım. Jong In fark edince hemen onu kolundan tuttu ve
"Bebeğim oradan kalkmalısın. Buraya otur gel." dedi. Ne olduğunu anlayamayan kısa boylu çocuk kalkıp Jong In'in gösterdiği yere oturdu. Ben konuşamıyordum. Jong In açıklamak zorunda hissetmişti
"7 ay önce nişanlısını kaybetti. Oraya hep o otururdu." dedi.
"Kısacası Jong In sana benim delirdiğimi söylemek istiyor. Biz çok büyük bir aşk yaşıyorduk ve benim onun burada olduğunu hissetmeye ihtiyacım var. Sadece izleri silinsin istemiyorum. Ayrıca sen Jong In, bunu bir daha sesli söyleme." dedim. Bir kez daha gözlerim doluyordu.
Kısa boylu olan kalkıp yanıma geldi ve beklemediğim bir şekilde bana sarıldı
"Özür dilerim Tao. Ben gerçekten bilmiyordum. Lütfen ağlama." dedi
Daha tanımadığım birinin bana bu kadar iyi davranması normal miydi? Belki de sadece deli olduğumu düşündüğü içindi. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi
"Bu arada benim adım Kyung Soo. Neredeyse söylemeyi unutarak gidecektim eve." dedi.
Tüm gün sohbet ettik. Onun çok iyi ve Jong In'a gerçekten yakışan biri olduğunu gördüm. Arkadaşımı gerçekten çok seviyordu.
Akşam üstü birlikte evden çıktık. Jong In kapıda durdu.
"Sen eve dönene kadar gelmiş olurum Tao. Kyung Soo'yu evine bırakıp geleceğim." dedi.
Vedalaştıktan sonra köprüye doğru yürümeye başladım. Her gün aynı acıyı çekiyordum ama ömrümün sonuna kadar oraya gidecektim. Buruşuk bir dede olduğumda bile o köprüye çıkıp Kris'in oraya geldiğini hayal edecektim.
Köprüye ulaştığımda derin bir nefes aldım ve daha önce durduğumuz yere ilerledim. Yaşlar birbirinin ardından akıyordu. İstesem de durduramayacağım kadar çoklardı. Sessizce ağlamaya devam ettim.
Kollarımı köprünün yanına koydum ve gözlerimi kapadım. Her zaman tanıyacağım kolların etrafıma dolanmasına izin verdim. Onu gerçekten hissediyordum. Hatta tanıdığım koku burun deliklerime dolmaya başlamıştı. Gözyaşlarım daha fazla kontrolden çıktı ve hıçkırıklara boğuldum.
"Seni özledim Kris. Ne olur beni de yanına al." diye bağırdım.
Gerçekten bunu hissetmek canımı çok yakıyordu ve o an ölmek istemiştim.