Birkaç kezden epey fazlaca söylendiğinde bir kelime, gücünün yettiğine bağırtıyor ve dahi, inletiyor odayı. Çaresiz bir tını, nefes nefese bir ifade. Kendini anlatamıyor, anlatamadıkça hareketleniyor bedeni. İnsanları kendine inandıramadıkça daralıyor içerisinde bulunduğu dört duvar, odayı sanki omuzlarının üzerinde ağırlıyor. Nefes nefese bir ifade yine. Oksijen yerine zehir alıyor ciğerlerine her çekişte.
Bir çiçeğin soluşu gibi solacağı günler geçiyor gözünün önünden. Ne de olsa, çiçeğin güzelliği kadar kısadır ömrü. Güzü bitip kışı başladığında boynunun bükülmeye mahkum olacağını o saniye idrak ediyor. Ölmeye mahkum, güçsüz ve sessiz. Çığlık çığlığa sessiz. Üstü başı paramparça, bir nevi evsiz. ve yurtsuz o andan itibaren. Güçsüz, kocaman dev canavarlar karşısında yalnızca güçsüz.
"Ben yap-yapmadım." çenesinin titreyişi haddini aşıyor. Göz yaşları sicim gibi akarken içinde kopan fırtınayı bir kendisi duyuyor. "Yemin ederim, ben hiç bir şey yapmadım." kafasını iki yana sallıyor, önüne koyulan sorgu sandalyesine bile oturamıyor yalnızca ağlıyor ayakta, ayazın ortasında kalmış küçük bir kedi yavrusu misali.
"Savcıya anlatırsın derdini." sert mizaçlı bir polis tepesinde beklerken, bu çırpınışlardan zerre etkilenmediğini belli ediyor yeterince. "Zırlayıp durma küçük çocuk gibi, seninle mi uğraşacağız bir de."
"Sen hem bütün aileni öldür, hem de gel burada için çıka çıka ağla." hemen arkasındaki ufak tefek polis de arka çıkıyor hemen arkadaşına. "İnsanda biraz olsun utanma olur."
"Ben yapmadım ki." kafasını önündeki masaya vururken ağlamaları daha da güçleniyor. Sanki bir görünmezlik pelerini giymiş, kimse duymuyor onu kimse dinlemiyor. Bileğindeki kelepçenin canını yaktığını bile sonrasında, çok sonrasında fark edebiliyor. "Ben yapamam ki."
Mevzu bahis savcının teşrif ettiğini oradaki polislere saran telaştan anlayabildiğinde bir ümit dalgası kavuruyor bedenini ondan bağımsız. Jeongguk zaten hep ümit dolu bir çocuk olmuştur, keza olmasa çoktan delirmiş olurdu. Burnunu çekiyor, göz yaşlarını siliyor, belki diye geçiriyor içinden savcı dinlemeyi seven biridir. Kapı açılır açılmaz zorla oturtulduğu sandalyeden kalkmaya çalışıyor dolu kocaman gözlerini savcı olduğunu öğrendiği adama dikiyor. "Ben yapmadım, ailemi ben öldürmedim. Bana inanın lütfen, ben değilim, ben katil değilim."
"Dur biraz yavaş." az önce bahsedilen sert polisten daha sert bir çehreye sahip bu savcı histerik bir kahkaha atıyor çocuğun bu telaşlı haline istinaden. Delirtici bir yavaşlıkla çocuğun tam karşısındaki sandalyeye oturup kafasındaki siyah fötr şapkayı çıkartıyor. Polisler odayı bir bir boşaltırken ikisi kalmış oluyor ki bu jeongguk'un daha fazla korkması için yeterli bir sebep olup çıkıveriyor birden. "Tanışalım öncelikle, sonuçta ipte asılacağın güne kadar göreceğiz birbirimizi." sinir bozucu düzeyde düzgün olan saçını tekrar arkaya doğru itekliyor yüzündeki akış yitirmeye sebebiyet verecek gülüşü silmeden. "Ben Taehyung. Savcı Kim Taehyung. Ölümüne giden yolda sana ben eşlik edeceğim."
Dudakları titreye titreye ağlayan çocuğun önüne uzatıyor elini tokalaşmak adına. Bir kahkaha patlatıyor, "Uzatılan el tutulur çocuk, tanışmak nedir onu da mı bilmezsin sen." diğer eliyle çocuğun masanın üzerindeki buz gibi eline uzanıyor. Jeongguk korkusundan mı yoksa gözleri önündeki idamından mı ağladığı bilinmez sadece gözlerine bakarak ağlıyor bu yeni tanıştığı azrailinin. "Yoksa aileni sana yeterince terbiye vermedikleri için mi öldürdün?"
Savcı eğleniyor, çok eğleniyor hem de. Bu karşısında titreyen çocuğun suçlu olduğuna dair en ufak bir şüphe bile beslemezken bu dünyada en çok eğlenen insana dönüşüyor aniden.
"Ben yapmadım." Duyduğu bu iki kelimeden sonra kafasını geriye yatırarak bir kahkaha daha patlatıveriyor. Manalı bakışları kısılırken kafasını hafifçe eğip gülümsemesini silmeden izliyor karşısında çırpınan çocuğu. "Ben değilim, aradığınız katil ben değilim, ailemi öldürmedim."
"Hemen kabullenmeni beklemek gibi bir hataya düşmedim zaten çocuk." yüzündeki gülümseme bir saniyede silinirken çenesi kasılıyor bu kez. Kaşlarını çatıyor. Eli yumruk haline geliyor. Bakışları bile ölüm kokarken bu azrail, can almaya son derece niyetli olduğunu açıkça belli ediyor. "Fakat daha fazla inkar edecek olursan benim canım sıkılır." kafasını iki yana sertçe çevirip bir ses çıkmasını sağlıyor ki o an o odada bulunan kurbandan başkası olmayan çocuk için bu bile başlı başına mezarının sesi oluyor. "Benim canım sıkılırsa, senin canını yakarım."
Az önce çocuğun elini nazikçe tutan eli bu kez çenesine dolanıyor. Şüphesiz şiddet yanlısı olan bu adam jeongguk'un çenesini oldukça kaba iz kalacak şekilde sıkıp iki yana sallarken ne ara geldiği bilinmez öfkesinden burun delikleri büyüyor. "Konuşacaksın çocuk, duyabiliyor musun beni. Eninde sonunda konuşacaksın. Bu, ya başına gelecekleri tahmin edeceğin için şimdi olacak, ya biraz hırpalanacaksın sonra olacak, ya da ben bizzat senin ağzını burnunu kıracağım öyle olacak." tutuşu daha da sertleşirken küçük bir çığlık çıkıyor jeongguk'un dudakları arasından. Gözyaşları bir an olsun akmayı kesmezken bu şekilde tutunduğu son ümit dalını da kaybetmiş oluyor. Büsbütün ölü gibi kokuyor artık. Büsbütün ölümü çağrıştırıyor. İlk o an, savcı ona korkunç gözlerle bakarak çenesini mosmor kıldığında kabulleniyor solmasının vakti geldiğini.
Jeongguk zaten hep yetinmeyi bilen bir çocuk olmuştur, keza olmasa yirmi üç yıllık hayatı boyunca bir an olsun gülümseyemezdi şüphesiz . Ömrünün bu kadar olacağına da o an yetiniyor, karşısındaki bu psikopat adamdan artık fazlasını beklemiyor. "Savcım," kesik kesik dökülüyor kelimeler ağzından. Ne gücü yetiyor konuşmaya ne zihninde toparlayabiliyor sözcükleri. "İsterseniz şimdi öldürün beni, ben yapmadım lakin beni dövecekseniz şimdi üstlenirim bu suçu, alın canımı yeter ki işkence etmeyin, olur mu?"
Anlam veremiyor çocuğun bu dediklerine savcı, öfkesinden gözü de dönmüşken sıktığı çeneyi bırakıp ayağa fırlıyor aniden. Küçük desibeldeki sözcükler yerini tam da bu noktada bağırışlara bırakıyor. "Ne diyorsun lan sen gerizekalı!" tek hamlede tutup kaldırdığı çocuğun sırtını duvara çarpıyor. Az önce çenesini kavrayan eli bu kez boynunu bulduğunda çekinmeden bu kez de burada mor bir iz bırakıyor. "Oyun mu sandın sen bu işi çocuk! Söyle, konuş. Aileni neden öldürdün!"
Boğazındaki hatırı sayılır baskıdan dolayı nefes alamazken gözleri kıpkırmızı kesiliyor jeongguk'un.Evindeki kedisini düşünüyor yalnızca, bir de çiçekleri. Çiçeklerininin susuz kalacağı aklına geliveriyor, sakat kedisini Madam Valeria'nın veterinere götürüp götüremeyeceğini düşünüyor, sonra aklına sıkça hastalanan kadına da kendisinin baktığı geliyor. Sam'in bisikletini kimsenin tamir etmeyeceğine üzülüyor. Şimdi değilse yarın bu ellerin boğazını bu kez canını alma niyetiyle kavrayacağını biliyor.
Büyük bir çabayla en ufak nefes kırıntısını almaya çalışsa da nafileyken bırakıyor savcı konuşabilmesi için. Yeterince korkuttuğunu, bütün bunların bu korkak diyebileceği çocuğu konuşturmak için yeterli olacağını düşünüyor. "Ailem-" sağ elini ciğerlerine yaslayıp henüz kavuştuğu nefesi ciğerlerine oldukça sesli bir şekilde çekmeye çalışırken her bir yanı ayrı ağrıyor. Bacakları bile kendisini taşıyamaz oluyor artık jeongguk'un. "Ailemi öldürmedim, katilleri ben değilim." gözlerini dikiyor karşısındaki azraile. Ölüm kapısındayken azrailinden medet umuyor.
Güneşin doğumuna dakikalar kala, odanın bir kenarına siniyor. Duvara yaslıyor sırtını, bacaklarını kendine çekip dizlerinin üzerine kafasını yerleştirirken karşısındaki adamın yalnızca gitmesini istiyor. İstiyorsanız alın canımı lakin işkence etmeyin dediği adamın o odada bulunuyor oluşu bile işkence kılınıyor kendisine.
"ben yapmadım, ben yapmadım, ben yapmadım."
peki savcım, ne tür çiçekleri seversiniz?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
blaze and floral •taekook
Fanfiction"aklın varsa konuş çocuk." tutuşu sert, tıpkı sesi gibi. "deliliğimi sorgulamak gibi bir hataya düşme sakın, ipini parmaklarım eder bu küçük odada ikimizi de yakmaya yetecek bir yangın çıkartmaktan gocunmam." bariz belli deliliği soluklarımın sonunu...