Sakinlik bir anda çökmüştü üzerimize. Oradan oraya savrulup duran halimiz nihayet rahata erdiğinde inanması çok güç hatta hayalde farksız bir tınıyla çalınıyordu kulağıma.
Şimdi, bizim en sakin halimizin dahi hastane köşelerinde olduğunu varsayarsak aslında yine de tam anlamıyla iyileşmiş sayılmazdık ki hastanede geçirdiğimiz koca iki haftanın ardından nihayet bugün taburcu olacaktık.
Güneş, usul usul parlıyor odanın penceresinden sızıp jeongguk'un ipek yüzüne vuruyordu. Güneşten rahatsız olduğu aşikardı. Kaşlarını hafifçe çatmış, aralık dudaklarından gözüken küçük dişleriyle alt dudağını ezmişti yavaşça. Kuruluğundan rahatsız olmuş olacak sonrasında dilini çıkarıp ıslatmıştı pembe dudaklarını. Hala uyuyordu, uyanmamakta ısrarcıydı ama güneşe sırtını dönüp rahatsızlığını bitirmek de kapalı bilinciyle aklına gelmiyordu.
Küçük bir kıkırtıyla usulca kalktım oturduğum yerden. Ben uyanalı olmuştu biraz, henüz erken olduğu için onu uyandırmamış izlemeyi tercih etmiştim. Lakin, işler onu rahatsız edecek boyuta ulaştığında usulca pencere önüne ulaşmış henüz açtığım perdeyi tekrar çekmiştim.
Odaya çöken bariz gölgelenmeyle kaşları rahatladı. Yüz ifadesi eski stabil haline dönerken güldüm bu bebeksi haline. O ne yapsa gülüyordum zaten, o ne yapsa benim lügatımda güzel olan oydu.
Eh, o böyle istiyorsa benim için karanlıkta oturmak pek de problem sayılmazdı.
Odada benden başka birisi de yoktu zaten. Namjoon bir kaç hün önce yanımızdan ayrılmak zorunda kalmıştı. Ofisinde işler yığılmıştı ve onu çağırıp duruyorlardı. Kaldı ki, burada da jimin'le takılmak dışında bize pek bir faydası yok hatta o yersiz şakalarıyla zararı vardı.
Jimin ise sabah eve duş almak ve evi jeongguk gelmeden önce ona hazırlamak için gitmişti. Ev ne haldeydi ben bile bilmiyordum fakat sakarın bunca gün aksiyonsuz durmayacağını tahmin edebiliyordum.
Gözlerim kolumdaki saate kaydığında jeongguk'un kahvaltı saatine yaklaşık on beş dakika kaldığını fark etmiştim. Hala hastane düzeninde olduğumuz için kahvaltının belli bir saati vardı ve ilaç düzeni için bunu kaçıramazdık. Yani, kısaca jeongguk'un tatlı uykusu buralarda sona eriyordu.
Biraz daha beklemeye karar vermiştim aslında, onu uyandırmaya elim gitmiyordu fakar kapı tıklatılıp kahvaltısı da geldiğinde artık elimde başka bir çare kalmamıştı.
Önce, kapadığım perdeyi açtım tekrar. Bu kez sadece kaşlarını çatmakla yetinmemiş az önce bahsettiğim popo manevrasını yapmıştı. Güneşe uyanmazsa kahkahama uyanması lazımdı ki ona bile uyanmamıştı.
"Ne yaptın dün gece, hiç uyumadın sanırım" diye sordum kahkahamın arasında. "Bu nasıl bitmez bir uyku böyle?"
Yatağın kenarına hafifçe oturduğumda saçlarına ulaştı elim direkt olarak. "Jeongguk," çok yüksek çok da düşük tutmamaya özen gösterdiğim sesime tepki gelmemişti. Saç diplerine bastırdığım parmak uçlarımla geriye doğru taradım siyah kuzgunlarını. "Bebeğim, uyan hadi."
"Hmm," belli belirsiz bir mırıldanmanın ardından hiç bozmadan devam etti uykusuna. "Ne hmm," dedim. "Uyanman lazım, hayır uyuyan güzel öpücük falan bekliyorsa haberim olsun."
Sahiden de bilinci hala kapalıydı. Yine bir kaç mırıldanma vermişti bana. Elimi saçlarından yanağına indirdim usulca. Parmaklarımın tersiyle okşadım belli belirsiz. Yara izinin üzerinde haddinden biraz fazla durdum. "E, sen uyanmazsan nasıl çıkacağız bugün hastaneden?"
Hala tepki alamıyorken yanağının üzerindeki elimle iki yanağını birden sıkıp salladım sağa sola bir bebek sever gibi. Dudakları öne doğru büzülmüş, az önceki rahatsız yüz ifadesi tekrar gelmiş kaşlarını çatmıştı. Nasıl korkunç görünüyordu tahmin bile edemezsiniz. "Isırmak üzereyim seni, bence uyan artık, bencesi yani."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
blaze and floral •taekook
Fanfic"aklın varsa konuş çocuk." tutuşu sert, tıpkı sesi gibi. "deliliğimi sorgulamak gibi bir hataya düşme sakın, ipini parmaklarım eder bu küçük odada ikimizi de yakmaya yetecek bir yangın çıkartmaktan gocunmam." bariz belli deliliği soluklarımın sonunu...