Birileri çok konuşuyor.
El verdadero tú, ¿quién eres?
Gergin bir şekilde uğraştığım parmaklarımı serbest bırakmış, sesli bir nefes alarak bakışlarımı babama çevirdiğimde yüksek sesle yutkunmuştum.
"Son iki gün Jeon, hiçbir çalışmada yoksun, askerlerinin başında değilsin. Ne sikim yapıyorsun sen? Görevi de istemedin. Problem ne oğlum?"
İlgili görünse dahi tek derdinin askerlerin arkamdan sözde binbaşının oğlu demesi olduğunu bilmek kurduğu her cümlede kalbimi biraz daha ağırlaştırıyordu.
"Bir sorun yok, yorgun hissediyorum. Uyuyamıyor veyahut yemek yiyemiyorum baba. Biraz dinlenmek istiyorum artık."
Sesim sandığımdan daha cesur çıktığında derin bir nefes vererek tekrardan bakışlarımı ellerime çekmiştim. Çocukluğum babam ve babamın askerlik diretmeleri ile geçmişken bu kadar donanıma sahip birinin yorulması ona inanılmaz geliyor olabilirdi ama bahsettiğim şey basit bir vücut yorgunluğu değildi.
"Kim Taehyung'u getir, iznini çıkartayım. Siktiğimin adamı not bırakmış taşşak geçer gibi."
Bakışlarım karşımdaki bedene dikkat kesilmiş, sorgular bakışlarımdaki merağı sesime aktarmıştım.
"Ne notu?"
"Bir gece uykunda ülkene sızdığım gibi sızacak ölüm bedenine, KTH. Başka bir sikim yazmıyor. Giderken de ateş etmiş. Yatakhanenin tarafında ne işi vardı anlamıyorum, kameraları kontrol ettim herif hiçbirinde gözükmüyor. Elini kolunu sallayarak kimseye görünmeden üsse girip nasıl dikkat çekmesine rağmen bir sikim olmadan siktirip gidebiliyor anlamıyorum."
Kimseye görünmeden.
"Kimseye görünmeden."
"Ne?"
Kurduğum cümle ile afallarken babamın sorgular bakışı yutkunmama sebep olmuş, bakışlarımı etrafta gezdirmeye başlamıştım.
"İyi değilim ve benden siktiğimin üssüne sözde eğitimli yüzlerce adamın arasına girip görünmeden çıkan, üstelik senin odana kadar girip not bırakan bir herifi bulup önüne getirmemi bekliyorsun. Dalga mı geçiyorsun sen benimle?"
Ses tonum sertleşirken bakışlarımı karşımdaki bedene sabitlemiş, ilk defa aldığı karşılık ile afallayan bedenin şaşkınlığından yararlanarak odayı terkettiğimde kendi odama doğru ilerlemeye başlamıştım. İçeriye girip arkamdan kapımı kilitlediğimde sesli birkaç küfür savurmuş, sabahtan beri üzerimde olan üniformaya bakarken hızla çıkartarak dolabımın karşısına ilerlemiştim.
Siyah bir eşofman eşliğinde hava soğuk olmasına rağmen ince bir tişört seçmiş, kumaş parçalarını üzerime geçirerek sesli bir soluk verdiğimde duyduğum kapı sesini umursamadan hırkamı üzerime geçirdiğimde pencereye doğru ilerlemeye başlamıştım. Ani bir hareketle atlayarak ellerimi ceplerime yerleştirmeden önce kapşonumu takarak başımı öne eğmiş, ormana giden çıkışa doğru ilerlemeye başladığımda görev başındaki nöbetçi askerleri umursamamıştım.
Kapı görevlisine kimliğimi göstermeme gerek kalmadan çıktığımda ritmik bir şekilde koşmaya başlamış, hâlâ köpeklerle arama yapan askerler ile seslice yutkunurken büyük meşe ağacının sol tarafından geçerek kayalara doğru ilerlemeye başlamıştım. Onu ilk gördüğüm yer olan, askerlerin zaman zaman piknik yaptığı alana geldiğimde duraksadım. Etrafı incelemeye başlarken birkaç ağaca kazınmış V harfi onun burayı sahiplendiğini hissettiriyordu. Parmaklarımı usulca ağaca işlenmiş olmasına rağmen büyük bir ustalıkla estetik bir görüntü katılmış V harfinin üzerinde gezdirirken duyduğum ses ile yutkundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blume des Todes.
Fiksi Penggemar"...ve ben ömrümü seni keşfetmek uğruna adamaya hazırım, V." "Bunu kendine yapma Jeon."