Evrenin bir ucunda , galaksinin bir köşesinde , sessizliğin derinliklerinde izliyordum onları . Kimlerimi? Aslında kimi? Değil! Neyi? olacaktı. Çünkü kimsem yok... benden başka kimsem yok...
Yıldızlara dalıp gitmiştim. Acaba orada ses var mıydı? Bir umudun sesi var mıydı? Yoksa yıldızların olduğu yerde mi benim kadar sessizdi? Ben kimim ? Ne için bu dünyadayım? Ötemeyen bülbül gibiyim. Şarkılar söylemek istiyorum, içimden haykırıyorum ama kimse beni duymuyor, kimse beni anlamıyor, sadece ben varım. Ben ve iç sesim. Ben Renas. Sessizlik zindanına mahkum bir çocuk. Konuşamıyorum ama konuşuyorum. İçimde yaşayan biri var. Belki deliyimdir bilmiyorum. Belki de yalnızlık içinde kıvranırken bana acıyan bir ruhtur içimde olan. Belki de ilahi bir güçtür. Belki de sadece benimdir. Evet! o içimdeki, kalbimin içindeki zindana gizlenmiş şey. O benim işte. Kendi yarattığı evrenine gizlenmiş bir insan...
Alarmın korkunç sesiyle yarım yamalak açtığım daha doğrusu, açamadığım gözlerimle etraftaki gün ışığını izlerken, tekrardan korkunç bir güne uyandığım için saydırıyordum. Keşke hep gece olsaydı, keşke yıldızlar hiç kaybolmasaydı, onları özlüyorum çünkü beni anlayabilen tek şey onlarlar. Sessizler ama muhteşemler. Biz buradayız diye haykırıyorlar. Evreni evren yapan biziz diye söyleniyorlar...
Karanlık denizlerde kaybolmuş, fırtınanın eşiğinde yol alan bir kaptanın sığınacak bir liman bulma telaşı gibi kalktım yatağımdan. Çıplak ayaklarım zeminin soğukluğuyla irkildi. Resmen tüm vücudumu bir soğukluk kapladı. Sıcak yorganımla vedalaşmak istemiyordum. Odanın bir kenarına fırlattığım terlikleri almak için öne doğru doğruldum, terliklerimi giydim ve evet ayaklarım artık güvende . :) Lavaboya doğru ilerledim. Yüzüme su çarptım ve buğulanmış aynadan kendime baktım. Sonbaharın gelişiyle kaderine terk edilmiş bir çiçek gibiydim. Soluyordum. Yavaş yavaş, acı çeke çeke soluyordum. Sessiz çığlıklarımı kimse duymuyordu ve bir rüzgar eşliğinde sonsuzluğa yol alıyordum. Saçlarım darmadağındı. Göz altlarım mosmor. Dağınık saçlarımı pek umursamadan dişlerimi fırçaladım ve kahvaltı yapmak için aşağı doğru yol aldım. Babaannem kahvaltıyı çoktan hazırlamıştı bile.
-Renas! geceleri uyumuyor musun oğlum? Son bir kaç gündür çok solgunsun.
Kafamı iki yöne hayır işareti yaparak salladım. Ehhh Evet! konuşamıyorum. Babaanneme geceleri yıldızlarla sohbet ettiğim için uykumu alamıyorum. İçimdeki çığlıklar yüzünden kendimi kaybediyorum diyemezdim. Maalesef istesem de diyemezdim. Küçükken annem beni terk ettikten sonra bir daha asla konuşmamışım. Konuşmak nasıl bir şey? Sesim ne tür? Hiç bir bilgim yok . En son 4 yaşında bir şeyler geveliyormuşum ondan sonrasını hatırlamıyorum... inanılmaz derecede korkunç okuluma gitmek için hazırlanmaya koyuldum . Yoksa geç kalacaktım ama her zamanki gibi isteksizdim. İsteksizlik dört bir yanımı sarmış tüm damarlarımdan akan kan bile sırf okula gitmeyeyim diye resmen duracaktı. Şimdi şey dersiniz ;
-Renas bu kadar abartmaya ne gerek var alt tarafı bir okul.
Evet! Sadece bir okul ama kime göre neye göre. Korku evimi yoksa okul mu? 30 kişilik sınıflar, kalabalık koridorlar, gürültü, sınavlar, öğretmenler...
Okul sweatimi üstüme geçirdim. Dışarısı yağmurluydu. Gök resmen ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sanki bir yıldızını kaybetmiş gibiydi. İçim hüzünle dolu bir şekilde siyah kargo pantolonumu giydim , saçlarımı ellerimle düzelttim ve kara delik gibi simsiyah olan gözlerime bu sabah son kez bakıp evden çıktım. Okul yoluna doğru ilerliyordum. Kafamı önüme eğmiş, montumun şapkasını kafama çekmiş, kulaklıklar kulağımda, ellerim cebimde, yağmurlu havanın eşliğinde kulağımda şu sözler yankılanıyordu;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RENAS
General FictionSustum. Sustum. Sustum ve yine sustum. Bir sessizlik kaplamıştı dünyayı tek duyulan ses ateşin sesiydi. Bu sefer sessiz kalmamıştı ateş. İçimde yanan o ateş, tüm dünyanın sessizliğine boyun eğmemişti. Evet sıra ondaydı yani bendeydi aslında...sendey...