Taehyun buraya kendi isteği ile gelmemişti. Zorunlu kalmıştı. Beomgyu bunu biliyordu ama yine de bir şey yapamıyordu çünkü şuan koltuğunda yorgun bir şekilde yatan kişi sevdiği ve hayatını adadığı tek kişiydi.
Taehyun kıpırdanır gibi olduğunda ayağa fırladı Beomgyu. Şuan çok şapşal gözüküyordu.
Bir aptal aşık gibi. Mutlu bir aptal gibi. Ama değildi. Yüzündeki maskeydi sadece.
Mutfağa koşturup saatler öncesinde hazırladığı kahvaltıyı yeni hazırlamış gibi yaparken içeriye Taehyun adımladı. Parkede çıplak ayaklarının çıkardığı sesi bile özlemişti Beomgyu.
"Gidiyor musun?"
Beomgyu dondu. Elindeki kahvaltılık malzemeleri tezgahın üzerine koyup yavaşça arkasına döndü. Taehyun'un elindeki kendi pasaportunu görünce gözlerini hızla kırpıştırdı. Unutmuştu o pasaportu kaldırmayı.
"Evet." Diye fısıldadı Beomgyu. Bu sefer fısıldama sebebi yalnızlığı değildi ama.
"Amerika'ya. Belki bir ihtimal daha güzel bir hayat sürebilirim diye."
Belki,
Bir ihtimal.
Taehyun'un omuzları çöktü. Dolan gözlerinden yaş akmaması için hızlı hızlı kırptı gözlerini. Elindeki pasaport yere düştü. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi güldü.
"Jihoon aramıza katılmadan yani okulumuza gelmeden önce seni deli gibi seviyordum." Beomgyu duydukları ile derinden sarsıldı. Vücudundan bir titreme geçmiş kendi aptallığına bir kere daha küfür etmişti. Nasıl fark edememişti peki?
"Senden göremediğim sevgiyi ondan görünce kendimi kaptırdım. İlk başta sırf seni kıskandırmak için onunla takılırken birden aramıza girdi. Beni sevdiğini söyledi. Senden göremediğim aşkı ondan görürsem kendimi iyi hissederim sandım. Ben," sustu ve aklına sürekli Beomgyu'nun dedikleri geldi. "gerçekten körmüşüm."
"Kafamı karıştırıyorsun dedim ya sana, Jihoon'dan gördüğüm aşkın gerçek olmadığını görmemek için çabalıyordum sadece."
Beomgyu boğuluyordu. Nefes alma sebebi olan çocuk onu boğuyordu artık.
Artık sadece birbirlerine zarar veriyorlardı.
Hem kendi aptallığına hemde Taehyun'un aptallığına sinirliydi Beomgyu. Eli ayağı titriyordu, üstelik Taehyun bunu şimdi söylediği için daha kötüydü. Elini arkasındaki tezgaha koyup yaslandı. Yaslanmasa dizlerinin üstüne düşerdi. Taehyun'un kendisine doğru atak yaptığını görünce istemeden ağzından birden "yaklaşma bana!" Diye bir çığlık kaçtı. Söylediği kelimeleri ise daha sonra fark etmişti. Ama artık çok geçti.
"Jihoon seni kullanıp bir köşeye atarken aklın neredeydi Taehyun? O senin altına girerken ben aklının neresindeydim?" Beomgyu bağırmamak için zor tuttu kendisini. "Peki, neden şuan geldin yanıma!?"
"Dün neredeydin? Peki ya ondan önceki gün? Taehyun doğum günümde neredeydin? Dört duvar arasında boğulurken neredeydin sen cevap ver bana!"
Taehyun duydukları ile burnunu çekti. Beomgyu ona ne dese haklıydı. Aklından o kadar çok şey geçti ki Taehyun'un ama asla söylememesi gereken bir şeyi söyledi. Oysaki en basitinden bir özür ile de başlayabilirdi adımlarına. Bitmişlik ve tükenmişlik ikisini de sarmıştı.
"Belki de Amerika'ya gitmen senin için en doğru olanıdır."
***
Eva-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
No Time To Die / Taegyu
FanfictionÇünkü artık onların hikayeleri yarım değildi, aynı şarkıları gibi. Şarkımız ve hikayemiz.