5.

238 21 9
                                    








5. Bölüm: Ölü çiçeklerin Anıtı

🪬

Elim kolum bağlı gibi hissediyordum. Sessiz ve ölümcül. Bir adım atarsam uçurumdan aşağı sürüklenecekmiş gibi hissettiriyordu. Soğuğun tenimde bıraktığı izleri çok severdim. Ama burası fazla soğuktu. Kimsesizlik soğuğu vardı. İçimde yatan kızıl ateş bu sefer dinmişti. Ama neden?

Gözlerimi açmaya çalışıyordum ama her türlü etraf zifiri karanlıktı. Bulunduğum yerde birkaç adım sesi ve mırıltılar duyuyordum ama ne olduğunu hâlâ anlamış değildim. Bir yere sabit duruyordum.

"Kızı al ve gel dedin." dedi kimse. Kaşlarımı çattım. Hâlâ kızı alma konusu muydu? "Doğru kızı aldım tabiki patron." dedi bu sefer. Kaç tane kız vardı? Adım sesleri yaklaştı. Adım seslerinin yaklaşmasıyla nefesimi tuttum. Başımdaki örtüyü kaldırmasıyla dünyayla selamlaştım.

2 takım elbiseli adam karşımda duruyorlardı. Gözlerimi kısarak onlara baktım. Telefonla konuşan adam ise onların arkasında volta atıyordu. "Doğru kız. Tarif et bana kızı." dediğinde ise bakışları bana döndü. Gördüğüm yüz ile olduğum yere sindim.

Kalendaroğulların en küçük varisi Sancar Kalendaroğlu. Dedesinin gözdesi, babasının ise baş düşmanı.

Beni gördüğü gibi yüz ifadesi değişti. Çünkü biliyordu ben ve benliğim daima onu ürkütmüştür. "Tamam. Kapat." dedi ve telefonu kapattı. Bana doğru gelince gülümsedim. Karşımda durduğunda ise sadece gözlerimin içine baktı. Aynı ifadeyle ona bakınca sinirlendiği görebiliyordum.

Güldü. "Neden burada olduğunu sormayacak mısın?" Eliyle saçımdan bir tutam aldı. "Ben olsam şimdiye meraktan ölmüştüm. Ne de olsa benim elime düşmüşsün demi?"

Kendini beğenmiş ukala pislik. Gözlerimi devirdim. "Abinde senin gibi yarım akıllıydı. Bir deden iyiydi o ailede." dediğimde ise suratı ekşidi. Gülümsedim. "Ne de olsa milletin rızkını yerken kimse hesap sormuyordu."

"Yaşasaydı moruk ben sorardım elbet. Sayesinde piç kurusu gibi ortalıkta dolaşıyorum."

Dış kapının açılmasıyla içeri soğuk hava doldu. İstemsiz bakışlarım üstüme düştü. Geceden kalma şekildeydim. Şort ve askılı. Üşüme gelmişti. Bacaklarımı birbirine sürttüm. "İnsan olamazsınız siz. Gece kaçırıyorsunuz, üstümüze bir battaniye bile atmıyorsunuz." dediğimde güldü.

"Yaza giriyoruz ne battaniyesinden bahsediyorsun sen?"

Kaşlarımı çattım. Sahi yaza giriyorduk. Yaz.

Bir süre dördümüzde sustuk.
Evet dört kişiyiz. İkisi ayakta dikilen manken gibi cansız duran şahıslar.

Sancar'ın bakışları daima üstümdeydi. Psikolojik baskı yaparak söyletmeye çalışıyordu. Ama söylemeyecektim. Öğrenmek istiyordum ama bunu Yakuttan duymak daha doğru geliyordu. Sancar'ı izledim. Giydiği takım elbisesi ile soyadını temsil ediyordu. Sarı saçları ile Pars'a zıt bir kardeşti. Evet. Pars ve Sancar üvey olsalarda abi kardeşlerdi.

"Sormayacaksın. Ben anlatıyorum. Çünkü senin yıkılışını izlemeyi fazlasıyla istiyorum." Gülerek dibime girdi. Adamlardan birer sandalye istedi. Adamın getirdiği sandalye ile karşıma oturdu. Bacak bacak üstüne attı. "Nereden başlamamı istersin? En baş? En son?" diye sordu.

"Başlama."

"En baş yani? Tamam, zevkle hemen başlıyorum."

İyice arkama yaslandım. Yakut'un beni hayatına direkt kabul etmesi normal değildi. Bir sebebi, bir nedeni vardı. Yok değildi. Bende fazlasıyla ihtiyacım olduğu için sorgulamamıştım ama şimdi yavaş yavaş gözüm açılıyordu.

GÜZ GÜZELİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin