1.Ölümün Rengi

59 4 1
                                    

[23 Ağustos 2009]

Yatakta bağdaş kurup oturmuş boş gözlerle önüne bakıyordu. Bulunduğu odada pencere yoktu sadece bir kapı vardı. Bu yüzden saat kaçtı, gece miydi yoksa gündüz müydü bir fikri yoktu.

Birazda olsa kendine geldiği andan beri zihninin içindeki boşluğu doldurmaya çalışıyordu. Ama şu an için elindeki tek üpucu koluna keskin bir cisimle kazınmış gibi duran isimdi.

Barış...

Kendi adımıydı yoksa unutmaması gereken başka birinin adımıydı? Hiç bir fikri yoktu. Yinede geçmişteki kendisine teşekkür etmeliydi. Eğer bu ismi koluna yazmasaydı şu an dahada boşlukta olacaktı. En azından şimdi kendine bir isim verebiliyordu.

Aynı odayı paylaştığı çocuk kendisine Mustafa ismini aldığını söylemişti. Dediğine göre onu çok seven bir adam ona ölmüş oğlunun adını vermiş.

Mustafa'nın dediğine göre bir uyuşturucuyla zihinlerini boşaltıyorlardı. Bu uyuşturucuyu alıpta anında ölen onlarca çocuk vardı bu yüzden Mustafa kendilerini şanslı görüyordu.

Barış aynı fikirde değildi. Eğer şanslı olsalardı zaten en başta buraya düşmezlerdi.

Önündeki demir kapının kilidinin dönmesiyle Mustafa ayaklamdı "Hadi yemek saati." Dedi, Barış ayaklarını yataktan sarkıtıp ayağa kalkmaya çalıştı ama başı dönmeye başlayınca sendeleyip yere kapaklandı.

Mustafa kapıdan çıkarken "Olanildiğince hızlı kendine gel. Yoksa akşama kadar aç kalırsın." Dedi, Barış ellerini yatağa koyup ayağa kalkmaya çalıştı.

Acaba uyuşturucular yüzünden yürümeyidemi unutmuştu. Sarsak adımlarla kapıya ulaşıp dışarı çıktı. Kendisinden büyük yada küçük bir sürü çocuk koridorda tek sıra halinde dizilmiş duruyordu.

Sıranın uçlarındaki Mustafa'yı bulup arkasına geçti. Şu an için tanıdığı tek kişi oydu. Etraftaki çocukları tek tek inceledi. Hepsinin bileklerin üç farklı renk bileklik vardı. Mavi, siyah ve kırmızı.

Mavi bileklik takanların yüzünde kibirli bir ifade vardı ayrıca uykusuz görünüyorlardı. Sadece kendileri gibi mavi bileklik takmış olanlar ile konuşuyor başka kimseyi tınlamıyorlardı.

Kırmızı bileklik takanların omuzları düşük bakışları yerdeydi. Tüm hayat enerjileri çekilmiş gibi görünüyordu. Sadece bir kaçının yüzünde bir gülümseme vardı ve siyah bileklik takanlar ile şakalaşıyorlardı.

Siyah bileklik talanlar fazla hareketli ve gürültülüydü. Birbirlerinin üzerine çıkamaya çalışıp birbirlerine bağırarak hakaret ediyorlardı. Hemen hemen hepsinin belirgin bir yara izi vardı ve hepside iri yarıydı.

Mustafa fısıldayarak "Eğer sorun istemiyorsan kimse ile göz teması kurma." Dedi, Barış kaşlarını çatıp bakışlarını ona çevirdi. Bileğinde siyah bir bileklik vardı.

"Bu bilekliklerin anlamı ne?"

Mustafa bileğini kaldırıp bilekliğine yüzündeki tuhaf gülümsemeyle baktı "Nasıl öleceğinin bir işareti." Dedi.

"Nasıl yani?"

"Mavi bileklik takanların beyinleri fazla büyük oluyor bu yüzden onları labaratuara götürür yada özel eğitim almak için buradan ayrılırlar. Kırmızılar çok zeki, çok güçlü yada çok cesur değillerdir. Sadece güzel oldukları için seçilirler -özelliklede sessiz ve korkak olanları seçerler- fark ettiysen pek çoğu kız. Bu sana ne için ayrıldıkları hakkında bir fikir veriyor mu?"

"Pek sayılmaz."

"Bir gün öğreneceksin ve o gün güzel bir gün olmayacak."

"Peki.... ya siyahlar?"

Mustafa sırıtıp bedenini Barış'a çevirdi "İşte aralarından en iyisi siyahlardır. Daha çok yemek, rahat oda ve saygıya sahip olursun bir kere. Muhteşem değil mi?"

"İyiyimiş."

Mustafa kollarını göğsünde birleştirip "Tabiki öyle. Yeni geldiğin için henüz bir renge sahip değilsin ama zamanla bir tane alırsın." Dedi.

Barış hırkasının fermuarı ile oynarken "Ne kadar heyecanlı." diye mırıldandı. Mustafa metal tepsilerden birini alıp elinde sigara tutan kel bir adamın dağıttığı yemekten alırken "Sen muhtemelen kırmızı olursun. Tabi benim fark etmediğim mükkemmel bir zekaya yada güce sahip değilsen." Dedi.

Barış kendi yemeğini alırken "Bilmiyorum..." diye mırıldandı. Hala bir şeyleri algılamakta sorun yaşıyordu.

Mustafa omuz silkti duvar kenarındaki masayı gösterip "Yeni gelenler genelde orda tıkınır. Şimdilik oraya geç. Odada görüşürüz." Dedi ve kendisi gibi siyah bileklik takan çocukların olduğu msaya ilerleyip tepsisini bıraktı.

Masadaki çocuklardan biriyle tokalaşırken birden bilek güreşi yapmaya başladılar ve çevrelerindeki bütün siyahlar yüksek sesle tezaurat yapamaya koyuldu.

Barış gürültü kirliliği yüzünden yüzünü buruşturup Mustafa'nın gösterdiği masaya oturdu. Yemeğin kokusu bile iç açıcı değildi bu yüzden dönüp bakmadı bile. Sadece etrafını inceledi.

Bulundukları yemekhanenin etrafı yüksek duvarlarla çevrili olsada üstü açıktı -yağmurlu havalarda ne yapıyorlar diye düşünmeden edemedi- etraflarındaki masalardaki çocuklar kendi renklerindeki çocuklarla oturuyordu. Tüm yemekhane siyahların sesiyle inliyordu. Maviler siyahlara küçümser bakışlar atarken kırmızılardan pek çoğu siyahlara bakıp kıkırdayarak birbirlerine bir şeyler anlatıyordu.

Üç rengede bakacak olursa girmesi en kolay olan kırmızılardı. Mustafa'nın dediği gibi oraya alınırdı büyük ihtimal. O an için çok umursamadı. Buranın ne amaçla kurulduğu ve tam olarak nasıl bir dünyanın içinde oludğu hakkında bir fikri yoktu.

Kendisi gibi yeni gelen çocuklar açlığın etkisiyle önündeki yemeğe yumulmuş durumdaydı. Barış'ta açtı, hatta sanki yıllardır yemek yememiş gibiydi, ama kollarını göğsünde birleştirmiş önündeki yemeğe bakıyordu. Yeterince dikkatli bakarsa yemeğin hareket edeceğine emindi.

İç geçirip gözlerini yeniden yemekhaneye çevirdi. Yemek dağıtan kel adamın yanına dikilen, az önce orda olmayan, bir adamla göz göze geldiğinde duraksadı.

Adamın tek gözünde ciddi bir yara vardı ve iltihap kapmış gibi duruyordu. Yüzünü buruşturmamak için kendini zor tuttu. Biriyle göz göze geldikten sonra iğrenerek yüzünü buruşturmak hoş kaçmaz diye düşünüyordu.

Adam duvar gibi bir suratla bir kaç saniye Barış'ın sorgulayan bakışlarına karşılık verdikten sonra birden gülümseyip kafasıyla selam verdi. Barış kaşlarını çatıp önüne döndü. Nedense içi ürpermişti. Bu adamı tanıyor muydu?

Hatırla KendiniHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin