23

1.5K 241 147
                                    

her yanım yara bere içinde. alt bedenim full ağrıyor, saçlarım da karmakarışık olmuş, dudağım da ısırılmaktan kanıyor. ellerim tozdan kapkara olduğundan öylece bacaklarımın üzerine koyup seyrediyorum.

ben ne hâle gelmişim iki dakikada...

hak ettiğimi sanmıyorum. bir grup genç tarafından -kim olduğunu herkes biliyor- okul çıkışı dayak yemediğim kalmıştıı bir tek, o da oldu nihayet. beklediğim için böyle söylüyorum yoksa çocuk gibi ağlayacaktım. böyle bir yerde yaşamak bu olsa gerek.

sonunda kalkacak gücü buldum ve ellerimi birbirine vurarak tozları giderdim. yerde süründüklerinden yer yer soyulmuştu avuçlarımın içi. titrek nefes verip güçlü durmaya çalışarak ayağa kalktım. kim bilir çantam hangi tarafa atıldı? ilk üzerimi silkeledim, sonra da çantamı aradım.

"aptal..." dedi biri. arkamı döndüm ve ummadığım biri bana doğru geliyordu. hayır, aslında öyle çok umuyordum ki gelsin diye... "sana da selam," dedim umursamayarak. elindeki çantamı aldım ve kontrol ettim. o da konuşuyordu işte.

"kim yaptı sana bunu?" sert sesine karşı iç çektim ve kontrolümü bitirince çantamı omzuma taktım.

"sen hariç herkes."

doğru değil mi? jisung hariç herkes bana her türlü zararı vermiyor mu? anneme gidip bir arkadaşım olduğumu söylediğim gün gözleri doldu. alışmamız lazım diye düşünmüştüm babam yüzünden ama jisung bir anda hayatıma girince 'ne oluyoruz' demedim değil.

"ne demek, ben hariç herkes? isim ver bana." keskin gözleriyle yaralarımı inceliyordu. utandım. bakışlarımı kaçırıp başımı eğdim. o anda da saçımdaki mandalın düştüğünü gördüm.

kırılmış...

bu kadar anlam yüklediğim bir eşya, küçük bir parça, başkası için anlamsız olan bu şey kırılmış. ne kötü... ne berbat... hatırlıyorum, ben kıvranırken köşede jeongin'in arkadaşı basıverdi üzerine. uzun uzun bakıyorum ama yok. hiç.

eğilip elime aldım, kırılmış olsa da. hüzünlü gözlerime bakan jisung'u unutuvermişim bir anlığına. bozdu sessizliğimizi. "hani bir şey saklamayacaktık birbirimizden?" elimdekini yavaşça aldı ve eli benden ayrıldı. gözlerimi kırpıp iç çektim.

kaşlarımı çatıp bir cesaret yüzüne baktım. "dayak yedim işte jisung, neden utandırıyorsun? gidiyorum ben, yaralarımı kendim saracağım," diyerek bir hışımla çekip gittim. çöküşteymişim gibi sanki... ya da başa sarmış gibi her şey.

belki de arkamdan geliyor ama o an tek yaptığım şey tozlu ellerimle gözlerimi ovuşturmak oldu. ağlıyorum diyemem, içimde birikenler dışarı çıkıyor. sonra böyle tişörtümün kenarıyla yanağımı siliyorum. arkamdakinin yanında ağlayacak değilim.

tişörtümün iki ucu da ıslanmış, arkamda adımlarını duyduğum sevdiğim adam ve ayyaş gibi yürüyen ben. çok güzel bir tablo. sanki ben okla vurulmuşum? bir kez ölmüşüm ama yaşıyorum.

"ağlama," diyor en sonunda. kolumdan tutup kendine çekince ipler kopuyor bende. o ana kadar sarılma ihtiyacımın olduğunu fark etmemişim, anlıyorum ki hasret kalmışım kollarının arasında olmaya. başımı omzuna yasladığımda da dalmışım bizli hayallere.

sırtımı ve saçlarımı hafif hafif okşadığında burnumu çekiyordum. duymasın diye de dudaklarımı bastırıyordum ama gözlerimi durduramazdım. "böyle sessiz sessiz ağlayıp, kaçmaya çalışırsan ben de üzülürüm. tamam, kafanı omzuma gömebilirsin ama benden saklanmana gerek yok. ağla istediğin kadar, ben buradayım."

ağlıyorum zaten...

jisung hiçbir şey yapmadı, sadece kollarını açtı. ben ona bir sürü anlam yüklediğim gibi, her bir hareketine de yüklüyordum; bana iki kolunu açsa bir ev gibi olurdu, bir mandalla saçımı toplasa güzelleşirdim, şarkılar önerse huzur dolardı içim, bana dokunsa alev alırdı bedenim, güzelce gülümsese hep gülümserdim... sadece yanımda olsa yaşadığımı bilirdim.

like stars collidingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin