kulak tırmalayan zil sesi etrafta duyulur duyulmaz kitap kapağını bıkkınlıkla kapadım. ders o kadar sıkıcıydı ki, kadın sanki ninni söylüyor gibi uyuklamaya başlıyordum. her neyse, yeni geldiğim için göze batıyorum bu yüzden dikkatli olmalıyım.
sınıfın yarısı boşalınca sıramın üzerini düzenledim. minho'nun yanına gidecektim ama elim boş asla gidemezdim. sabah aldığım iki içeceği çantamdan çıkardım ve sınıftakileri umursamadan koridora çıktım.
biraz kötü hissediyorum minho ile konuşurken. o bana pek kendini açmıyor ve ben sanki zorla yapıyorum gibi hissediyorum. bu da onunla arkadaş olma hevesimi suda boğuyor. ama bunca zaman kaybettiğim arkadaşlarıma çabalamadım, çok pişmandım. şimdi çabalamanın nasıl bir şey olduğunu anlayacağım.
elimde iki tane soğuk içecek, minho'nun sınıfının önünde duruyorum. dudağımı ısırıp kapıyı açtım yavaşça ve gözüm direkt sıranın üzerinde oturup, gülüşen gruba kaydı.
içeri girip kapıyı kapattım, minho'ya baktım. sırasına kapanmış, yine uyuyor. hep böyle sanırım... bu beni güldürdü. onun yanına doğru giderken, ben içeri girince oluşan sessizliğe karşı bedenim kasıldı. devam etseler ne vardı işte...
birden bütün hepsi ayaklanıp çıkıverdi sınıftan. şaşkınlıkla bakakaldım. ben geldim diye çıktılar resmen... şaka gibi. gözlerimi kırptım ve sinirle güldüm. çünkü yaptıkları aşırı saçma.
"yanıma geliyorsan eğer buna da alışmalısın." minho'nun kısık sesi sessizliğe karıştı. iç çekip onun yanına oturdum ve hiçbir şey olmamış gibi içecekleri sıraya koydum. "aptal ergenler... bu okuldaki öğrenciler neden bu kadar havalanmış?" diye sordum ona.
kafasını nihayet kaldırıp dağılmış saçlarıyla bana baktı. "alış bunlara," dedi baygınca bakarken. görüntüsü yüzünden dediklerine odaklanamadım. istemeden sırıtıp kafamı yana eğdim. kendi gözümde mi büyütüyorum bilmiyorum... onu ilk gördüğümden beri eşsiz bir güzelliği olduğunu düşünüyorum.
"saçların dağılmış," dedim gülerek. dudakları aralanınca ellerim kahverengi saçlarını buldu. refleks olarak mı yaptı emin değilim ama sanki vuracakmışım gibi kafasını eğdi. "sakin ol... vurmayacağım. düzeltecektim." dağılan saçlarını parmaklarımın arasına alıp düzlerken ne kadar yumuşak olduğunu anladım.
insanın oynayası geliyor... yüzümdeki gülümsemeyle saçlarını düzeltiyordum ve birazdan saçlarını öpeceğim diye korkuyorum. aslında konuşacağımız konular var dün belirledik... mesela şarkılar, hocalar falan. ama şu an yaptığım şeye bakarsak... ikimiz de unuttuk.
gururla saçlarına bakıp pat patladım, şimdi daha iyi görünüyor. ona tekrardan bakınca keyifsizce güldüm. "niye öyle bakıyorsun?" diye sordum. gözünü ayırmadan bana bakması tuhaf ama istemsizce hoşuma da gidiyor.
"bana dokunduğun için," dedi. şaşırdım. kaşlarımı çatarak biraz daha yayıldım oturduğum yerde ve ona yakınladım. "bu bir sorun mu... yoksa hoşuna mı gitti?" tek kaşımı kaldırıp yüz ifadesini inceledim. yutkunduğunu görünce kıkırdadım. "seni yemem merak etme."
sessiz kalınca iç çekip önüme döndüm ve içeceklerden birini alıp açtım. ayaklarımı da sıranın altına doğru uzattım. teneffüslerdeki bu keyfimin haddi hesabı yok, bayılıyordum.
"bu arada," sesim boş sınıfta yankılandı, o da ilgisini bana verdi. içeceği aldığını gördüm, gülerek devam ettim. "şarkıları dinlediğinden emin değilim..." dedim düne gönderme yaparak. eski arkadaşlarım genelde dinlediklerini söylerlerdi ama aslında hiç dinlemediler.
içeceği elinde, başını eğmiş, sessizce duruyor. yüzüm düştü. bu dinlemediğinin bir simgesi sanırım. derince bir iç çektim. aslında beklentim yoktu, sadece önermek istemiştim. ne zaman biri beni önemsedi zaten hatırlamıyorum. içeceğimi yukarı kaldırıp nefessiz kalana dek içtim.
"i don't wanna talk right now," minho'nun mırıldanmasıyla ağzımdakini püskürtecektim neredeyse. kalbim o kadar hızlı attı ki... ayaklarımı bile uzattığım yerden çektim. şaşkınlıkla ona baktım, çok mutluydum aslında. o da bana gülümseyip komik bir ifadeyle yine mırıldandı. "i just wanna watch tv."
gülümsemem büyürken, utançla tekrar başını eğdi. "dinlemişsin..." dedim hayretle. acaba diğerlerini de dinledi mi? o kadar çok onunla konuşmak istiyorum ki... çok soru soracağımı bildiğimden susuyorum. şu an cidden çok mutluydum, sadece bir şarkıyı dinledi diye.
"ilgimi çekti biraz," dedi omuz silkerek. biraz duruşumu dikleştirdim ve çekinerek sordum. "peki... başka hangi şarkıları sevdin?" sorumla birlikte kafasını kaldırıp düşündü. "aslında... şu senin söylediğin şarkıcı? mac demarco muydu?" heyecanla kafa salladım hemen. şaka gibi bu çocuk. o kadar emindim ki beni siklemediğine...
"onun şarkıları kulağıma hitap etti sanırım," dedi gülerek. yemin ederim ağlayacaktım... o bana bakarken ben heyecanla kafamı geriye atıp düşünüyordum.
"jisung," bana seslendiği an hemen ona döndüm. bugün bakışlarını bana kilitlemişti anlaşılan...
"teşekkür ederim."
kaşlarım çatıldı hemen. ne gerek vardı ki teşekküre... zarif biri. "ne için ediyorsun ki aptal, teşekkür etme bana. asıl ben teşekkür ederim." gülümseyerek ona bakınca iç çekti.
aklıma gelmişken... sohbeti bitirmek istemedim. sanırım biraz da hocalar hakkında konuşacağız.
-
bu bolumleri ilerde hatırlicaz🏃🏻♂️💨
![](https://img.wattpad.com/cover/337532743-288-k302770.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
like stars colliding
Fanfictionsana benim olduğumu söylesem beni yuvamdaymış gibi hissettirebilir misin?