Duvara dayalı ayaklarımı seyrediyorum.
Her parmak, farklı bir renge boyanmış. Tırnaklarımı tek renge boyamaktam her zaman nefret etmiştim. Değişmez, eskimez, bitmez sandığımız şeyler bile değişir, eskir ve biterken neden onları tek renge boyayım ki?
Her tırnak, her farklı ruhun renginde.
Keskin bir oje kokusu küçük dairemi sarıp sarmalıyor, hafifçe burnumu gıdıklıyor.
Camları açmak yerine sımsıkı kapalı tutuyorum onları ve duvara dayalı ayaklarımdaki ojenin kurumasını bekliyorum.
Oje kafası kafamı biraz güzel yapıyor. Ah hayır, balici veya benzeri bir şey değilim. Ama insan bazen kaybolmak istiyor. Bulutların arasına çıkmak ve oradan düşmek istiyor. Duygularla sarhoş olmak istiyor, düşünceler arasında boğulmak.
En son ne zaman duygu sarhoşluğuna kapıldım bilemiyorum, hatırlanmayacak kadar uzun zaman olmuş.
Ama düşünceler arasında boğulmak nasıldır, iyi biliyorum. Her gün akın akın üzerime geliyor, bana saldırıyorlar.
Issız evimde attığım her adım gibi yankılanıyorlar. Tıpkı eski televizyonum gibi cızıltılar çıkartıyorlar zihnimde. Havada çarpışıp yere düşüyor, orada devam ediyorlar kendi aralarında kavgaya.
Sahi, ben kendimle kavga mı ediyorum acaba?
Sabah her yataktan kalktığımda kendime karşı, hayata karşı bir meydan mı okuyorum? Yıkık dökük mutfakta bayat bir dilim ekmek ve ekşi peynir yerken de, rutubetli banyoda temizlenirken ve içinde doğru düzgün eşyası olmayan salonda otrurken de mi yapıyorum bu kavgayı?
Söylesene, gece kelebeklerinin aldığı her nefes bile mi başka bir kavga?
Sanırım camları açmalıyım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece Kelebeği
General Fiction"Aslında insanları sınıflandırmak için basit bir yöntem kullanıyorum; kelebekler. İki tür kelebek vardır. "Mükemmel" olan, görsel şölen olarak adlandırılan gündüz kelebekleri ile birde o tüylü, iri ve kimsenin sevmediği gece kelebekleri. Ben, toplum...