Kapı komşum Erkan abi ile karşılıklı olarak oturuyoruz.
Elimizde adını bilmediğim bir kase japon yemeği var. Elimdeki çubuklar ile paramparça ediyorum yemeği. Kullanmayı bilmediğimden değil, altı ay önce dünyaya gözlerini yuman Erkan abinin eşi Latife abla bana nasıl kullanmam gerektiğini öğretmişti.
O, ellisine yaklaşmış bir kadına göre fazla hayat doluydu.
Öyle neşeliydi ki tanrı neşesini kıskanıp yanına aldı.
"Ne düşünüyorsun yine?" Erkan abi çubukları masaya bırakıyor, hırkasının örttüğü kıvrımlı dövmesini yarım yamalak görüyorum.
"Tanrıyı." diyorum hiç düşünmeden. "Tanrıyı düşünüyorum. "Hafifçe iç çekiyor. İnanmayan biri olarak tanrı kavramından pek haz etmiyor. Onun yerinde ben olsam bende ikide bir tanrı kavramının anılmasından nefret ederim. Veya Allah, benim için ikiside aynı şey sonuçta.
"Bu konuşmayı defalarca yapmadık mı?"
"Evet. Ama sende felsefenin yapı taşları hakkında her yıl öğrencilere aynı konuşamayı yapmyor musun?" ellerini havaya kaldırıyor.
"Tuşe." hafifçe sırıttığımda öne eğilip dirseklerini masaya dayıyor."Tanrı kavramı insanın sığınma ihtiyacından kaynaklanır sevgili kızım. İnsanlar onları koruyan ve kollayan bir varlık ihtiyacı duyunca tanrı adını verdiğimiz varlığı ortaya koydu ve ona inandı. Bundan dolayı dinler ortaya çıktı ve ardından insanlar birden fazla olan, insani özellikler taşıyan varlıkların tanrı olamayacağına karar vererek tek tanrılı dinleri ortaya attı. Nietzsche'ninde dediği gibi " Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz."
Monoloğunu sessizce dinliyorum. Bana karşı yine aynı savunmayı yapıyor, Tanrı öldü.
Ama tanrılar yaratan ve öldüren bizlersek bizi öldüren bu acının, kasvetin kaynağı ne? Tanrılar yaratacak ve öldürecek kadar güçlüysek nasıl bu kadar çabuk kırılırız?
"Size katılmıyorum profesör. Etrafınıza bakın bir. Tanrı burada değil midir? Tanrının nefes alışverişlerini duymuyor musunuz?" çubuklarla bir parça pilavı ağzıma tıkıp çiğniyorum. "Bu denge kusurlu, bunu biliyorum. Mükemmel olmayan bir dünyada yaşıyoruz, tamamen kusurlu ve çıldırmış."
"Ama profesör, bu Tanrının varlığına bir kanıt değil midir? Bu kusurlar onu bulmamız için bırakılmış izler değil midir? Ben neye inandığımı bilmiyorum, Müslüman veya Hristiyan değilim. Ama inandığım bir şey varsa oda tanrıdır. Bizi koruyup kollayan bir baba figürü. Bizi cezalandıran ve ödüllendiren bir baba. Ben dinlere inanmıyorum fakat tanrıya inanıyorum. Tamamen karanlığın içinde kaybolup yittiğimde, boğulduğumda ve nefes alamaz olduğumda kalbim bir şekilde ona sesleniyor. Evet, bu hayatta bana ne zaman yardım etti? Benim için ne yaptı?"
Derin bir nefes alırken çubukların uçlarını dişliyorum. Profesör ilgiyle konuşmamı dinliyor. Beyazlaşmaya başlayan saçlarını inceliyorum devam etmeden önce.
"Ama aynı şeyi ailemde yapmadı mı? Düştüğümde, bana uzattıkları bir el yok. İkiside bana ellerini uzatmadı, tek başıma ayağa kalktım. Tanrı, tipik bir baba gibi değil midir bu bakımdan? Çocuklarının ona muhtaç olmasını önlemeye çalışan, ayakları üzerinde durmasını öğreten bir baba?"
Profesörü taklit ederek öne eğiliyorum. Gözlerinde muzip bir bakış, karşı savunmasını hazırlamaya başladığını işaret eder gibi.
"Bence profesör, siz tanrıya değil, dinlere inanmıyorsunuz. Ben de inanmıyorum. Beni böyle yaratan tanrı değil midir? Öyleyse neden doğuştan gelen eğilimin yüzünden beni cezalandırmak istesin? Alkol yasaksa neden cenetti şarap yatakları ile doldursun? Neden, bilirsin işte "kendini tatmin etmek" vücut için yararlı bir şeyken bunu yasaklasın, ineği kutsal kabul etsin? Ben dinlerin insan yapımı olduğuna inaniyorum. Ama tanrı? O kavrayabileceğimden çok uzak bir kavram."
Konuşmamı bitirdiğinde başını sallıyor onaylarcasına. Tıpkı çocuğu bir yarışma kazanmış baba gibi gururlu bir ifade var yüzünde. Benim babamın yüzü hiç bir zaman bana bakarken öyle olmadı. Ben, her zaman onun için büyük bir hataydım, bunu kendiside dile getirmişti.
"Bugünlük sen kazandın diyelim küçük hanım." uzanıp burnumu sıktığında yüzümü buruşturuyorum. "Ama gelecek sefer bu kadar kolay pes etmem."
"Açıkçası karşı çıktığında daha eğlenceli oluyor." sırıttı, sırıttım.Kendi evime geçmek için hazırlandığımda hafifçe omzua vuruyor.
"Gelecek sefer derslerimden birine katıl. Eminim eğlenirsin. Teistler ile deistler, ve birde ateistler, çok sık birbirleriyle fikir çatışmasına giriyor. Zevk alacağın bir ortam." hafifçe tebessüm ediyorum."Belki bir gün ama bugünler olmaz. Yanına uçmayı beklediğim biri var."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece Kelebeği
General Fiction"Aslında insanları sınıflandırmak için basit bir yöntem kullanıyorum; kelebekler. İki tür kelebek vardır. "Mükemmel" olan, görsel şölen olarak adlandırılan gündüz kelebekleri ile birde o tüylü, iri ve kimsenin sevmediği gece kelebekleri. Ben, toplum...