Küçük oğlan demin çıkan çocuğun arkasından gidip kapıyı yavaşça aralamıştı...
Klozetin başına çömelmiş kusan çocuğa kısa bir bakış atmıştı Jisung, iyi görünmüyordu. Onun gibi yaparak yanına çömelmiş ve ellerini Minho'nun koyu kahve saçlarına geçirip kedi sever gibi okşamıştı.
Karşıdaki bedenin ani dönüşüyle Jisung ellerini refleks olarak saçlarından çekmişti.
Jisung'dan
"Ne yapıyorsun sen?" Elimi enseme atıp hafifçe kaşımıştım, cevap zaten belliydi.
"Şey... Saçlarını kusarken önüne gelmesin diye tutmak istemiştim de..." Korkuyla gözlerine bakıp hafifçe gözlerimi kısmıştım.
"Yapma bir daha, kendim hallediyordum." Onun temas sevmediğini biliyordum ki bunu her fırsatta dile getiriyordu ama yine de bazen insan sarılmaya ihtiyaç duymaz mıydı ki?
"İyi misin?" Sadece bana kafa sallamış ve yanımdan kalkıp gitmişti. "Hyunjin ilacımı getirsene bana." Arkadaşına söylediği şeyle meraklarım, kafamdaki düşünceler daha fazla artmıştı.
"Al." Sarı saçları olan uzun boylu çocuğun ona bir ilaç kutusu fırlattığını görmüştüm, o ilacını içerken tekrar konuşmaya başlamıştı. "Minho, sen pasta mı yedin kafasız! Ölseydin ne olacaktı, pasta yoluna gidecekmişsin."
Kafama o an dank eden bir kaç şey olmuştu... Meğer pastayı benim için yemişti ya da belki de istediği içindi?
"Minho..."
"Bana öyle seslenemezsin büyüğüm senden." İç çekerek yanına gitmiştim. Göz altları mosmor kalmıştı resmen.
"Hyung, iyi misin?"
"İyiyim dedim ya, iyiyim işte. Ölmedim." Umursamazca omuz silkmiş ve sandalyesine kurulmuştu.
"Keşke yemeni istemeseydim." Pişmanlıkla söylediğim şeyle bana bir bakış atmıştı. "Yemek istediğim için yedim, sen istedin diye yemedim." Derin bir nefes alarak bilgisayarında ki işine geri dönmüştü.
Arkasına doğru ilerleyip ne yaptığına bakmak istiyordum ama bunu yaparsam ölme ihtimalim çok yüksekti.
"Söyle, ne istiyorsun." Minho kıvranıp durduğumu anlamış ve bana gözlerini bilgisayarından ayırmadan soru sormuştu.
Yanına ilerleyip sandalyesinin arkasına geçmiş ve hafif yaslanarak bilgisayarını incelemeye başlayacakken Minho sertçe biligisayar kapağını kapatmış ve sandalyesini bana çevirmişti.
"Bana bak ufaklık, öyle kafana göre takılamazsın. Bilgisayarıma bakmak için benden izin aldın mı?" Kafamı olumsuz anlamda sallayıp bir kaç adım geriye kaçmıştım. Ellerimden tutup beni yakınına çekmişti, dengemi kaybettiğim için pat diye kucağına oturmuştum.
"Özür dilerim." Karşımdaki beden gözlerime bakmış ardından beni kucağından kaldırarak bilgisayarının kapağını açmış sonra tekrar kucağına çekmişti.
"Demin dizime oturuyordun, burası daha rahattır." Kalp atışlarım hızlanmıştı ama sebebini bilmiyordum. Bilgisayara baktığım zaman bir kaç numara görmüştüm.
"Onlar ne?" Dönüp sorduğum soruyla aslında yüzlerimizin ne kadar yakın olduğunu fark etmiştim. Kucağından kalkmak istiyordum ama yapabilecek cesaretim yoktu. Hiç temas etmiyordu elleri sandalyenin kol koyma yerlerindeydi.
"Bir kaç lazım olan telefon numarası." Söylediği şeyle tekrar ekrana dönüp incelemeye başlamıştım. Gördüğüm numaranın tanıdıklığıyla biraz duraksamıştım. "Babamın numarası..."
"Fidye için ve hala parasını göndermedi biliyor musun? Sana zarar vermek zorunda kalacağız bu gidişle... Babacığın seni o kadar çok seviyor ki umrunda bile değil." Söylediği her kelime kalbimdeki açık yaraları biraz daha kanatıyordu.
"Gönderecek... Babam beni seviyor." Kafasını bana çevirerek alayla gülmüştü, rahatsız olmuşçasına demin oturduğum kucağından kalkmıştım.
"Sevmiyor seni, seviyor gibi yapıyor. Hiç hediye bile almamış ki sana o?" Sanki her kelimesini özenle can yakmak için seçiyor gibiydi. "Hayır, seviyor!" Yüksek çıkan sesimle ayağa kalkıp bana üstten bir bakış atmıştı.
"Burda sesini yükseltebilecek tek kişi benim ve eğer izin verirsem belki sen. Şimdi benim odama gidiyorsun." Sinirden veya üzüntüden dolan gözlerim canımı çok yakıyordu. Sadece yarım saat önce bana bebekmişim gibi davranan adamın ne ara bu hale geldiğini sorguluyordum.
"Gidiyorum..." Gözlerimden akan yaşları umursamadan elimin tersiyle silmiş ve kapıyı açarak yandaki odaya geçip ayıcığımı kucağıma alarak gözlerimi kapatmıştım.
Kapının yavaşça aralandığını duymuştum. Bir kaç adım sesinden sonra yatak minderinin çöktüğünü hissetmiştim. Gözlerimi tekrar açmak istesem de çoktan uykunun içinde hapsolmuştum.
Minho
"Belki bir kaç gün sonra gideceksin... Seni kendime, kendimi de sana bağlayamam." Gözlerimi sinirle kapatıp yatak başlığına kafamı yaslamış yanımda ayıcığına sarılmış uyuyan yorgun bedenin üstünde gözlerimi gezdirmiştim.
Hiçbir şey yapmasa da kalbi o kadar yorgundu ki sanki sürekli uyusa da geçmeyecek bir yorgunluğu vardı.
Bir de öyle sevilmemiş ki bu çocuk, zaten ona ait olan ayıcığını kendisine vermemi bile sevgi diye nitelendiriyordu. Sevgi bu muydu, sevgi bir ayıcık mıydı?
Kimseyi sevemeyecek kadar yorgunum ama neden sana kıyamıyorum?
Hugola izlerken bolum yazmayı unutmusum zort 😻
Umarım beğenmişsinizdir yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayıın 💗
Bir sonraki bölümde görüşelim 💘
![](https://img.wattpad.com/cover/340647371-288-k339783.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Teddy Bear/ Minsung
FanfictionJisung mafya olan babasının tek çocuğu ve en kıymetlisiydi. Her zaman el bebek gül bebek büyütülmüş bu yüzden de yaşına uygun değilde daha küçük bir yaşta gibi davranırdı. Bunu öğrenen ve babasının düşmanı olan mafya Minho en kıymetlisini kaçırmaya...