10

14.6K 1.8K 1.4K
                                    

Genç oğlan ellerini direksiyona vurarak kendi canını yakıyordu. Sanki kendi canı yanınca Jisung'un canı yanmayacakmış gibi hiç kendine acıması yoktu çocuğun.

Sinirle girdiği mekanında yerde yatan ölü bedenlere baktıkça daha da sinirleniyordu. Vücudu sanki kontrolü ele almış bir vaziyette titriyordu.

"Chan bir şeyler yapmalıyız..." Kapıda yorgun düşen beden Chan'a kısık sesiyle konuşunca Chan sandalyesini ona döndürmüş ve ayağa kalkıp omzunu patpatlamıştı. "Merak etme herkes onu arıyor elbet bulacaklar." Çocuğun rahatlatıcı sesi yine de karşısındaki bedeni rahatlatmaya yetmemiş olacak ki Minho derin bir nefes vermişti.

"Chan söz verdim, bu gün yıldızları izletecektim ben ona."

Jisung'dan

Zorla bir eve kapatılmıştım. Annesinden koparılmış yavru köpekler gibi etrafa bakıyordum. Neresiydi burası, bu kadın gerçekten annem miydi... Nasıl bu kadar değişirdi bir insan? Düşünmeden edemiyordum. Ben bana ayıcığımı veren annemi istiyorum.

"Oğlum..." Kadın beni yerleştirdikleri deniz mavileriyle donattıkları odaya elinde ki tepsiyle girince suratına bakmakla yetinmiştim. "Ben... Sizin oğlunuz değilim. Benim annem böyle biri değildi." Kadına sesimi titretmemeye çalışarak çıkardığım ses bu sefer tuttuğum göz yaşlarının hafif hafif gözlerime dolmasına sebep olmuştu. Sadece susmuş ve tepsiyi yatağa bırakmıştı.

Kabul edilebilirdi ki, boğuluyorum. Denizin en karanlık yerlerinden birindeydim şimdi. Okyanusu yapanda benim gerçi, tek suçlu göz yaşlarım.

"Beni kurtarmaya gelecekler." Sesim bu sefer daha kendime güvenerek çıkınca karşıda ki kadın suratıma bakıp alayla gülmüştü. "Seni kurtarmaya gelirlerse ne olur biliyor musun? Buradan hepsinin ölüsü çıkar. Sahi seni neden kurtarmaya gelsinler ki oğlum, sen buraya aitsin onlarda bunun farkında."

"Ben buraya ait değilim, senin oğlunda olmak istemiyorum ben annemi istiyorum seni değil. Sen benim annem olamayacak kadar acımasızsın... Ayıcığımı bile bilmiyorsundur sen, oysa onu bana sen verdin ama eminim hiç beni düşünmediğin için bunu unutup gittin."

"Hmm şu ayıcık... Artık o ayıcık yok." Kadının suratına dik dik bakarak ne dediğini anlamaya çalışmıştım. "Ne?" Ağzımdan çıkan ufak bir şaşkınlık nidası kadının suratının bana dönmesine sebep olmuştu. Parmaklarını saçlarının arasından geçirip bir tarakla tarar gibi yaparken konuşmaya başlamıştı.

"Büyümedin mi artık? Ayrıca onu ben yokken sana beni hatırlataın diye verdim. Ben varım şimdi." Bunca şeye rağmen hala bir özür dilememesi kafamı çok karıştırırken sinirle ayağa kalkmıştım.

"Ayıcığımı benden alamazsın, ben onu seni hatırlattığı için istemiyorum! Tek arkadaşımı ver bana." Sonlara doğru çaresizleşen sesime karşı bile kadının poker face takındığı suratında hiçbir değişme olmamış ve beni terk ederken yaptığı gibi tekrar o tok topuklu seslerini çıkartarak odadan çıkmıştı.

Bu gidiş, o ses, ayıcık. Yabancı gelmiyordu sanki dün gibiydi beni terk edişi... Gerçi düşününce bu bana artık normalden çokta uzak gelmiyordu. Ben alışılmış yalnızlığın ya da yanlışlığın vücut bulmuş haliydim.

"Senden... Nefret ediyorum." Zorla çıkan sesim ardından kapı sonuna kadar aralanmıştı.

Söylediğim şey muhtemelen karşıdakinden çok benim canımı yakıyordu. Yıllarca beklemiştim, gelirde bir ümit sarılırım beli diye... Bırak sarılmayı şimdi tanıyamıyordum ki onu?

Böyle mi olmalıydı, böyle olmamalıydı... Keşke olmasaydı. Keşkeler hayatımı tüketen şeydi. Küçükken keşke diyerek büyüdüm annem gitti, onun gidişiyle keşkelerimle bende büyüdüm.

Aralanan kapıdan görünen kafa bu sefer gerçekten artık sabır sınırları sınanmışa benziyordu.
"Bende sana bayılmıyorum Han Jisung kurallarıma uyarsın ya da ölürsün. Lee Minho denen şerefsize seni vermeyeceğim şimdi birazda o sürünsün bakalım..."

"Beni alman onu süründürmeyecek." Bana hak verircesine kafa sallamıştı. "Öldürecek, acı verici bir şekilde." Yüzündeki gülümsemeyi hiç bozmadan bu sefer tam anlamıyla odadan çıkıp kapıyı üstüme kilitlemişti.

Annem ve babam kavga ettikleri zaman ben kapıyı üstüme kilitlerdim ki benimle ilgilenip kavgayı unutsunlar. Bir süre sonra işe yaramamaya başlamıştı tabii...

Ayrıca kesmiştim ümidi falanda, kim beni neden almak için gelecekti. Neydim ki ben? Nadidane bir parça mıydım, sanmam. Korkak bir aptaldan başka bir şey değildim.

Ani gelen bir kaç el ateş sesi sonrası tüm sesler kesilmişti.

"Sürpriz, bana ait olan bir şeyler var galiba sende ben onu alayım ve ikimizde işimize bakalım ya da birimiz ölelim." Tanıdık ses kalp atışlarımı hızlandırmıştı.

Gelmişti...

Kapımın kilidinin açılma sesi sonrası kadın içeri girmiş ve saçlarımı okşamıştı hemen ardından ellerimi ben daha ne olduğunu anlamdan sıkıca kelepçleyerek gözlerimi bağlamıştı. Sonra kolumdan çekip beni bir yere götürmeye başlayınca korkudan ağazımın çıktığı yere kadar bağırmaya başlamıştım.

"İmdat!" Çaresiz sesim sadece büyük malikanenin duvarlarına çarpıp yankı yapıyordu. Sonunda geldiğimizi kadın adımlarını yavaşlatınca anlamıştım.

"Jisung ben buradayım sakın korkma..." Minho'nun sesini duyunca ona gitmem için kadın kollarımdan beni yönlendirerek onun yanına götürmüş ve durdurup gözlerimi açmıştı.

"Sen kazandın Lee Minho ama inan bana ben bitti demeden bitmez, şayet biterse de ben istemişimdir."

Belimde hissettiğim soğukluk kanımı dondurmuştu. Yapar mıydı, yapabilir miydi?


Çok içime sinmeyen bir bölüm aslında ama sınav haftası işte idare edin 😭

Umarım beğenmişsinizdir yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayıın 💗

Bir sonraki bölümde görüşelim 💘




Teddy Bear/ MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin