hao korkuyla yerinden kalkıp odasında boş bir yer aramaya başladı. dolabını açıp kıyafetlerini askılıkta bir tarafa doğru sıkıştırıp hanbin'in yanına gitti, elinden tutup dolaba doğru gelmesini sağladı."bebeğim, yok artık." "ya cidden seni şu an böyle görürlerse hoş olmaz. erken geleceklerini düşünmemiştim. şansa bak of." hanbin endişelendiğini gördüğü sevgilisinin yanağını öptü. "sakin ol güzelim." "oğlum!"
hao annesinin sesini duyunca hanbin'e son kez bakmış ve odadan çıkmıştı. annesi elinde hediye paketlerini görmüştü. bunu nasıl açıklayacaktı şimdi?
"anne, erken geldiniz." "arkadaşın için daha güzel yemekler yapmak istedim. bu yüzden izin aldım, baban da şansa işten çıkmıştı. bu hediyeler ne?"
hao hızlıca annesinin elindeki hediyeleri aldı. "şey, bunlar komşuya gelmiş de evde yoklar diye ben aldım. bu yüzden kapının önünde duruyorlardı zaten." annesi kaşlarını çattı. "az önce kapıdan çıkarken gördüm, emin misin?" hao yutkundu.
"annecim, sadece karşımızda oturan insanlara mı komşu diyoruz sanki?" "öyle diyorsan." "babam nerede?" "duş alacakmış." "anladım, ben odana gidiyorum."
annesi hao'yu kolundan tutup durdurmuştu. hao şu an gerginlikten titremek üzereydi ama kendini tutuyordu. "yardım et bana oğlum, arkadaşın ne sever?" "üstümü değiştireyim, geliyorum annecim!"
annesinin konuşmasına fırsat vermeden odasına koşmuştu. hanbin odanın içinde değildi, dolaptan hala çıkmamıştı anlaşılan. hao, dolabı açınca içerde olmadığını gördü. pencereden gelen sert rüzgarı hissedince pencerenin açık olduğunu fark etti. "olamaz!" pencereye doğru gidecekken ensesinde hissettiği öpücükle durdu. hanbin yavaşça arkasından ona sarılıp ensesine öpücükler konduruyor, boynunu kokluyordu. "h-hanbin... huylanıyorum." hanbin kollarını sevgilisinin beline dolayarak ensesinden boynuna doğru öpücükler kondurmaya devam etti. hao'nun kollarının altında titrediğini hissediyordu. "çok güzelsin, yemin ederim aklım almıyor. bu kadar güzel olmanı aklım algılayamıyor lan." "hanbin," hao belindeki elleri tutup arkasına döndü.
hanbin'in gözlerinin içine bakıp gülümsedi. "mayıştırdın beni şu an, ne diyeceğimi unuttum." hanbin, tek elini hao'nun dudaklarına getirip baş parmağıyla okşamaya başladı. "hep gözlerimin içine bakıp gülümse böyle. sakın ağladığını görmeyeyim." "ağlatıyorsun ama sen beni." "bebeğim benim, mutluluktan ağlayabilirsin tabii."
hao sevgilisine sarılıp kafasını boynuna gömdü. hanbin'in kokusu da çok güzeldi. sanırım kokulara zaafı vardı.
"hao! giymedin mi üstünü?" ikisi de annesinin sesinş duyunca birbirlerinden hızla ayrılmışlardı. "geliyorum anne!" "ben ne yapacağım?" "seni bir şekilde evden çıkarmanın yolunu bulacağım ama hediyelerin boşa gitti. annem görmüş." hanbin sinirli bir nefes verip saate baktı. "yenilerini almam için zaman yok, sikeyim ya."
hao, hanbin'in ellerini tuttu. "önemli değil, hangi yemeği yapsın annem sana? yani en sevdiğin yemek ne?" "tarçınlı kurabiye yapsın." hao yanaklarını şişirip hanbin'in göğsüne hafif bir yumruk attı. "yemek mi o?" "ben yemek seçmem, görünen o ki annene yardıma gidiyorsun. o zaman ikinizin elinden taçınlı kurabiye yemek isterim." "tamam o zaman, ben gidiyorum." hao gitmek üzereyken sevgilisi onu kolundan tutup tekrar kendine çekti.
"üstüne değiştirecektin sanki?" hao utandığını hissediyordu. burada asla değişemezdi. "giyinecek eski bir şey bulamadım derim! gittim ben!"
-
hanbin: