Göz kapaklarımın titrediğini hissettim. Bilinçli şekilde yaşadığım bu hissiyata bir anlam veremedim önce. Sanki uykudan uyanmış gibi, beni uyaran ilk şey gözlerimin kapalı olmasıydı.
Gözlerimi açmak istemedim direkt, bu yüzden neler olduğunu hatırlamaya çalıştım.
Kanatlarım çıkmıştı ve ben yükselmiştim Tanrı'ma doğru. Sonrasında ise ışık, kapalı gözlerimin bile ardına geçmişti.
Gözlerimi yavaşça ve isteksizce araladım.
Sonsuz bir beyazlığın ortasına düşmüşümcesine aydınlıktı her yer ancak göz acıtan şekilde değildi bu aydınlık. Gözlerimi, sanki bir ilkbahar sabahına uyandıran gün ışıkları gibi öpüyordu.
Bu yüzden tamamiyle aralamaktan çekinmedim ve kafamın çevrili olduğu tarafa bakmaya devam ettim.
Bu beyazlığın ortasında, yere uzanmış şekilde duruyordum. Sarı saçlarım süzülürcesine kendi kendine hareket ediyor, yer ise pamuktan yapılmışçasına sırtıma masaj yapıyordu. Dirseklerimden destek alarak dikeldim.
Ben, sonunda ışığa kavuşmuştum!
Bunu anlamanın verdiği heyecanla derin bir nefes aldım ve dudaklarımı içe çektim. Etrafıma tekrar bakınırken bunun yeterli olmadığını anlayarak ayağa kalktım.
O sırada dikkatimi, üzerimdeki elbisenin kırmızıya dönmüş olması çekti. Kaşlarım çatılırken buradaki beyazlığa uymayan renk, gerilmeme sebep vermişti. Bu yüzden çıkarıp atmak istedim ancak bunun ne kadar doğru, ne kadar yanlış bir davranış olduğu beni çoktan ikileme sürüklemişti.
Eğer Tanrı'm beğenmiş olsaydı rengi değiştirmezdi. Demek ki kırmızıyı daha çok seviyormuş.
Utançla gülümsememe sebep olan bu düşünceyle ellerimi yanaklarıma koydum. Çok ayıp.
Eteklerim de saçlarım gibi hafifçe uçuşurken, tutarken tekrar derin bir nefes aldım ve etrafımda dönmeye başladım.
Her yer o kadar beyazdı ki, ne tarafa baktığımı bile ayırt edemeyen zihnim, midemin kasılmasına sebep oldu ve durmak zorunda kaldım.
Pür beyazlık ve saflık benim şüphesiz ait olduğum yerdi!
"Tanrı'm neredesin?" diyerek neşeli bir sesle seslendim. Boşlukta yankılanan sesim bana yalnız olduğumu hissettirse de bu hevesimi kırmadı.
"Yoksa seni beklettiğim için kırgın mısın? Oysaki biliyorsun," utançla duraksadım, "bu cilveli bir nazdı kesinlikle!" diyerek başımı eğdim.
Bakışlarım çıplak ayaklarıma geldiğinde parmaklarımı oynattım hafifçe. Yer sanki her oynatmamla gazdan oluşuyor gibi dağılıyor, parmak uçlarımı gıdıklıyordu. Hoşuma giden ve beni eğlendiren bu durum komiğime gitti ve kıkırdadım.
"Burası cennet midir ki? Seni görebilseydim kesin cennet derdim ancak sen yoksan, senin olmadığın bir yer nasıl cennetim olur ki benim?"
İç çekerek kafamı kaldırdım ancak gülümsemem yüzümden silinmemişti. İlk defa O'na, Tanrı'ma bu kadar yakınlaştığımı hissediyordum ve bu his, beni çok huzurlu hissettiriyordu.
Her ne kadar yüzümdeki gülümseme buruk olsa da.
"Hoş geldin."
Kulaklarımda yankılanan sesle beraber birkaç saniye nefes alamadım. Sanki iç sesimmiş gibi, buraya ait olmayan, benliği olmayan bir ses fısıldadı kulaklarıma. Vücudum kaskatı kesilirken, bacaklarım heyecanla titremeye başladı.
Geçen birkaç saniyenin ardından etrafıma hızlıca bakarak döndüm. Görünürde kimse yoktu ve ortam hala aynı şekildeydi. Bu düşünce, sesin gerçekliğini sorgulatırken durdum.