Bölüm - 2 | Kabus

1.7K 50 39
                                    

Multimedya: Açelya’nın Elbisesi

Kendime geldiğimde müthiş bir baş ağrısı hissettim. Kabus... Bütün bunlar kabus muydu? Yine mi sabahlamıştım? Bir dakika... hayır! Neredeyim ben? Aklıma direkt babam geldi. Ya ona bir şey yaptıysa?! Yoksa...

Bulunduğum yeri anlamaya çalıştım. Yattığım yerden kalkarak yuvarlak yatağın etrafında gezinmeye başladım. Fazla ışık almıyordu, ağır bir erkek parfümü odaya sızmıştı. Önümde duran perde yığınını açarak başladım. Bu çirkin ruhlu adam ne kadar kötüyse manzarası da o kadar kusursuzdu.

Güneşi her ne kadar sevmiyor olsam da gökyüzüne bakmak ve ışınların yüzüme dokunmasına izin vermek beni bir nebze rahatlatıyordu.

Daha sonra dolabın bulunduğu bölüme geçtim. İçini açtığımda aynı takım elbisenin birçok farklı rengini, dolabın tam yanında da babamın benim için hazırlattığı o valizi görmüştüm.

O adamın evindeydim! Tabii ya, tahmin ettiğim şey olmuştu. Sanırım şimdi bazı şeyleri daha net hatırlar olmuştum. En son onun kucağında arabaya bindirilmiştim. Peki ya babam? Onu hatırlayamıyorum. Başına bir şey gelmiş miydi?..

Birinin kapının kilidini zorladığını duydum ve hızlı hareketler ile parmak uçlarımda direkt yattığım yatağa geçerek eski halimi aldım. Tam o sırada kapı açıldı. Yanıma yaklaşan bir çift ayakkabı sesi duydum. Parfüm kokusunun artması, Demir denen herifin bu kişi olduğunu anlamamı sağladı.

Gözlerimi hafif arayalarak bundan emin olmak istedim. Evet, gerçekten oydu... Yattığım yerin ucuna oturdu ve beni dakikalarca süzdükten sonra sanki bir şey söyleyecek gibi oldu. Ama emin değil gibiydi. En sonunda sessizliği bozdu.

"Keşke işleri bizim için bu kadar zorlaştırmasan... Bu kadar inatçı olmasan... Ama biliyor musun, sanırım sana bu yüzden aşığım güzelim."

Bunları söylerken saçlarımı okşuyordu. İğrençti. Gitmeye hazırlandı. Ben ise hâlen ayıldığımı belli etmemeye çalışıyordum. Sonunda rahat bir nefes alacaktım ki tekrar durdu. Arkasına döndü.

"Uyanıksın biliyorum. Konuşmak istemiyorsan öyle olsun. Hazır olduğun zamanı bekleyeceğim. O zamana kadar sadece hoşçakal, küçüğüm..." dedi.

Ağır adımlar ile giderek kapıyı çekti. Ardından kilit sesi duyuldu. Sonunda nefes alabiliyordum. Ah, hiç bitmeyecek sandım bu işkence!

Bütün bu rezilliklerinden sonra onu nasıl dinlememi isteyebiliyordu benden?! Bana dokunması bile midemi bulandırmışken beni sevdiğini söylemesi bir de...

O sevgiden ne anlar ki! Çok kızgındım ve babama bir şey yaptığı düşüncesi canımı daha çok yakıyordu.

Fazlaca geniş ve lüks fakat huzurdan yoksun kalmış bu odada ellerim kollarım bağlı, yapacak hiçbir şeyim yoktu. Dizlerimi birleştirdim ve yatakta oturur pozisyona geçtim. Bilincimi kaybetmeden önceki son dakikalarımı gözden geçirmeye başladım.

Babamın benim için neden hiç çabalamadığını düşünmeye başladım. Adamın dediği o cümleler beynimde yankılanıyordu:

"Kızını satıyorsun ve hâla ondan bir veda mı bekliyorsun? Kızın yakında ne bok olduğunu anlayacak. Acınasısın."

Gerçek olabilir miydi tüm bunlar? Babam beni satmış olabilir miydi? Ama ne için? Beni cezalandırmak mı istiyordu, bu işin arkasında başka neler vardı? Bir ton sorum vardı ancak enerjim tükenmişti. Kendimi bilinçsizce tekrar uykunun sıcak kollarına bıraktım.

Gözlerimi açtığımda hava iyice kararmıştı. Üstümdeki örtüyü hafifçe sıyırdım ve cama doğru ilerledim. Odanın büyük bir bölümünü saran bu kısım beni kendine bağlayan en büyük şey olmuştu.

Geri döndüğümde yatağın üstünde siyah bir kutu olduğunu fark ettim. Kutuyu açtım ve içinden siyah, uzun, dekoltesi belirgin bir elbise çıktı.

Yavaşça elimde kaldırdım ve elbiseyi biraz daha inceledim. Yanda duran boy aynasına yaklaşarak elbiseyi kendime tuttum. Fena durmuyordu. En azından zevki vardı.

Daha sonra elbiseyi bırakarak ne saçmalıyorum diye düşünmeye başladım. Kutuda ayrı olarak bir de not vardı.

Üzerinde nasıl duracağını görmek için sabırsızlanıyorum. Gerçekleri öğrenmek istiyorsan bunu giy ve aşağı gel. Çok bekletme.
~DS

Bu neydi şimdi... Şu adamın gereksiz hevesleri beni delirtecekti. Bahsettiği gerçekler ilgimi çekti yalnızca. Babam ve bu durum hakkında daha fazla şey bilmeye hakkım vardı. Bunun için çok düşünmeden hemen hazırlandım.

Yavaş adımlar ile kapının oraya geçtim. Kapı kolunu indirdiğimde kilidin açık olduğunu gördüm. İlk başta şaşırıp sersemlemiş olsam da vaktimin kısıtlı olduğu düşüncesi tekrar kendini gösterdi.

Odadan sessizce çıkarak merdivenlerden inmeye başladım. Ev gerçekten kocamandı. Burada kaybolmak, bir insan için hiçbir çaba gerektirmezdi.

Sonunda kendimi karşılıklı siyah L koltukların, oturma gruplarının, uzunca bir yemek masasının ve bir de büyük bir bölümü kaplayan bilardo masasının bulunduğu yerde buldum.

"Vay anasını be! Bu kadarı da fazla ama. Sadece bu oda bile bizim evimizden büyüktür kesin." dedim kendimle konuşarak. Der demez büyük bir hata olduğunu fark etmem bir oldu tabii.

"Haklısınız Küçük Hanımefendi. Bu oda evin en büyük odasıdır. Ama bir yerde yanılıyorsunuz."

Sesin geldiği yere doğru arkamı döndüm. Karşımdaki yine baş belası o adamdı.

İki üç adım yaklaşarak aramızdaki mesafeyi kapattı. Gözlerini benden hiç ayırmıyordu. Son hallerini hatırladığımda ürperdim ve iki üç adım geri giderek aynı şekilde ben de ondan uzaklaştım.

Bu sefer kolumdan tuttu ve beni kendine doğru çekti. Belimi öyle sıkı kavramıştı ki, şimdi artık kaçmak imkansız görünüyordu.

"Bu ev aynı zamanda bizim evimiz." dedi gülümseyerek. Kulağıma doğru hafifçe eğilerek fısıldadı, "Çok güzel görünüyorsun."

Gülümsemesini ilk defa görmüştüm ve daha önce onu görmemiş olsaydım eminim ona güvenirdim. Ama ona karşı asla pes etmeyecektim. Ne olursa olsun!

"Gerçekleri dinleyeceğim, sözlerin güvendirici olmasa bile. Görüyorsun, karşındayım ve çaresizim... Bu evde isteğim dışı tutuluyorken, burdan bana ne bir ev ne de yaşanılası bir yer olur. Bunu anlasan iyi edersin."

Yüzündeki gülümseme aniden silinmişti. Beni bıraktı ve yeşil gözlerini gözlerimden ayırdı. Bu sefer ümidim vardı, vazgeçmiş gibiydi. Sanki ikna olmuştu. Babama kavuşacaktım, ona capcanlı sarılabilecektim belki. Sabırsızlıkla bir şey söylemesini bekliyordum ve sonunda sessizliği bozdu.

"Uzun süredir bir şey yemedin. Hadi bunları düşünmeyi bırakalım da yemeğe oturalım." dedi. Bunu duyunca resmen çileden çıkmıştım.

"Yemek mi? Yemek öyle mi?! Ben kime anlatıyorum acaba... Yalnızca kendi egonu doyurmak için beni kullanıyorsun. Benim nasıl hissettiğimin senin için bir anlamı bile yok ve babam... Ona ne yaptın, şimdi nasıl ve iyi olacak mı... Ve sen şimdi beni mi düşünüyorsun?! Senin yüzünden hayatım mahvoldu! Ama bu böyle kalacak sanma... Bu işin peşini bırakmayacağım. Keşke, keşke o gün olacakları önceden biliyor olsaydım. Senden kaçmak için her şeyi yapardım, HER ŞEYİ."

Gözüm bir şeyi görmüyordu. Nefes nefese kalmıştım. Ve onun tekrar adım adım yaklaşması ile kendime gelebilmiştim. O yaklaştıkça ben uzaklaşıyordum. Sırtım soğuk duvarı hissettiğinde anlamıştım artık bir kaçış yolu olmayacağını.

Beni duvar ile arasına aldı. Parmağını yüzümde gezdiriyordu. Gözlerimde, tenimde, dudaklarımda... Ben ise hareketlerine hipnoz olmuştum. O kadar yakındık ki nefeslerimizi hissedebiliyorduk. Sonunda bir şey söyledi:

"Gerçekten mi? Her şeyi mi?"

BEDEL (Mafya Zoraki Evlilik)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin