Bu kitabı Eylül aşkıma yazıyorum. Seni çok seviyorum la. Valla iyi ki varsın Eylül'üm. İlk bölüm ilk heyecan diyebilir miyim, bence derim. Heyecanlıyım ve bu evrendeki Eylül'ü mutlu etmek için elimden gelenden daha iyisini yapacağım. Seni seviom.
*
*
*
İnsanın bazen bıkıp, alıp başını gitmek istediği zamanlar olur ya şuan tam olarak o andayım. Az önce birini kaybettim. Melek oldu. Ve bunu yapan cani, bir insan. Ona insan demek bile midemi bulandırıyor.
Ben bir veterinerim. Dilsiz yavrularımın doktorlarıyım. Onları iyi etmek, bütün sıkıntılarından kurtarmak için canla başla çalışıyorum.
Ama bu ama kelimesi beni her zaman bitirmiştir. Ama bazen ne kadar çabalarsam çabalayayım kurtaramıyorum. Dertlerine derman olamıyorum. Ve bu o kadar zoruma gidiyor ki, bütün eğitim hayatım boşunaymış ve beceriksizin tekiymişim gibi hissettiriyor.
Bu sefer ki hastam, ah minik bir sokak kedisiydi. Yavruydu o kadar küçük ve zayıftı ki, getirildiği anda yeni doğduğunu sanmıştım. Getirildi ama eziyete uğramıştı. Bu eziyet bile değildi. İŞKENCEYDİ!
Kuyruğu kesilip kopartılmış, yüzünde sağ kulağından çenesine kadar olan bir bıçak yarası, sol kulağının yarısı kesilip atılmış, bacağı kırılmıştı. Bunu yapana insan demek, insan haklarına aykırı o bir canavar. Kahrolası bir canavar.
Geldiğinde zorla da olsa nefes alıyordu, minik kalbi zorlukla da olsa atıyordu. Kan içindeydi ama nefes alıyordu. Her ne kadar onun için çabalasam da hiçbir halt yapamadım. Kurtaramadım...
Ve bu o kadar dokunuyor ki yani bir insan neden konuşamayan, derdini anlatamayan, zararsız minicik kediye bunu yapar ki? Mantıklı bir açıklaması, akla yatan bir tarafı yok.
Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki, kliniğin kapısının açıldığını belirten zille irkilerek kapıya döndüm. Omuzları çökmüş, kızarmış gözleriyle, hızla bana gelen bir adam vardı. Aramızda dört adımlık bir mesafe vardı. Bakışlarımı ellerine indirdim.
Elinde kar beyazı bir kedi vardı. Gözleri kaymış, kafası kanıyordu. Adam güçlü çıkartamaya çalıştığı titrek sesiyle ''Yardım et, YARDIM ET, KURTAR ONU, yalvarırım kurtar onu.''
Sona doğru sesi titreyerek, kısılmıştı. Hızla sandalyeden kalkarak, kediye doğru yöneldim. Yanına varıp, kediyi adamın elinden aldım. Hızla ''Neyi var?'' diye sordum.
Titrek bir şekilde, ''Be-ben bilmiyorum, mama mama verdim, yedi-yedikten sonra böyle oldu. Yatak-yataktaydık beraber. Gözleri kapandı, düş-düştü. Tanrım, yalvarırım kurtar, yaşat onu, ölmesin, o da ölmesin. Yalvarırım.''
''Mama yeni denediğin bir marka mıydı?'' Mamadan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamaya çalışıyordum. ''Yalvarırım kurtar onu.''
''Mamasının markası neydi, söyle bana bak söylememen onun zararına. Dakikalar hatta saniyeler bile önemli. Şimdi sakin ol ve bana mamanın markasını, kedinin cinsini, kaç yaşında olduğunu söyle. Sakin ol.''
''Ta-tamam tamam. Dört yaşında, Ankara kedisi, her zaman yediği hin-hindili mamasından verdim. Yedi, yemin ederim sadece mama verdim. Baş-başka hiçbir şey vermedim.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ISADORA
ChickLitRuhunun parmak uçlarında geçmişinin acısı, çektiği yalnızlıklar ve hüzün dökülen bir kadın. Aldığı her bir darbeyle eskisinden sert taşlarla çevresini ören bir kadın. Çığlıklarını sessizliğine saklayan bir kadın. Kalbi acıya dolmuş bir kadın... Baş...