içi kıyametti o gittiğinden beri. zamanla alışır unutur sanmıştı, yanılmıştı. bu yüzdendi kasılışları, kıvranışları.
melodi misali kıkırtıları kulaklarına doluyordu kesik kesik. bedenine yüklenen ağırlık hissinden kurtulmak amacıyla içine çektiği boğazını yakan nefesine göz yumdu. onun silueti tüm bedenini sımsıkı sarmış, bırakmıyordu. iki aydır burnundan bir saniye gitmeyen kokusu etrafını çevrelemişti. gözleri yoğunlaşmıştı, bir soluğu dâhi bedenini uyuşturmaya yetiyordu.
aynadan kendi bedenini süzdü. parfümünü masadan aldığı vakit jongin sanki kollarını ensesinde birleştirdi. yanağını yanağına yasladı, gözlerini anın verdiği hisle usulca kapadı. chanyeol'ü oldukları yerde ağır ağır salladı. gülüşleri eksilmiyordu hâlâ chanyeol'ün kulağından. koyu göz makyajından olsa gerek, bakışları halüsinasyon gören bedenin gözlerini delip geçiyordu. onun bu donuk bakışları jongin'in daha da keyiflenmesini sağlıyordu sanki.
elindeki parfümü jongin'in boynundan sarıldığı yere doğru zorlukla sıktı. tutmuyordu çünkü elleri. jongin'in verdiği bu rüyada gibi hissettiği duygudan o kadar uzak kalmıştı ki, aklı şaşmıştı. hâlbuki beraberlerken her gün böyle hissediyordu.
ıslak tanecikler havada süzülür süzülmez kıkırdayan oğlan bedeninden kayboldu. odasındaki ağırlık hissi gitti, derin bir nefes aldı. gözleri irice açıldığında başını sağa sola salladı chanyeol.
ortak arkadaşlarının doğum günü partisine eski sevgilisinin de katılacağını öğrendiğinden beri kalbi sıkışıyordu. kendisini ilk görüşü olmayacaktı, ayrıldıklarından beri gerek kampüste gerekse arkadaşlarının yanında karşılaşıyorlardı. birbirlerini profesyonellikle görmezden gelebiliyorlardı. fakat bu defa chanyeol bunu yapamayacak olduğunu sezdirmeye başlamıştı evinden ayrılmadan önce.
"minseokie hyung," diye odasının kapısından çıkarken seslendi. salonlarının önünden bir çift göz ona dikildi. "hazırım, çıkabiliriz." askılıktaki deri ceketini üzerine geçirdi dış kapının eşiğine ulaştığında.
"sonunda." hyung'u yarım saat öncesinden hazırdı. chanyeol'ün uyuşuk hazırlanmalarını telefonundan oyunlar oynayarak beklemişti. hızlıca ayakkabılarını giydiler ve evlerinden ayrıldılar.
"sabah konuştuğumuz gibi değil mi, chanyeol? adım atacaksın." caddeden geçen motorlar yüzünden sesini duyurmak için biraz bağırmak zorunda kalmıştı. "of, hyung..." diye sızlandı yardım istercesine.
"ben yapamayacağım galiba. düşününce bile nefeslerim hızlanıyor, kötü oluyorum." stresle yaladığı dudakları hafif esen havadan dolayı kuruyordu. ellerini deri ceketinin cebinden çıkarıp vücuduna hakim olan adrenalinle ovuşturdu.
"chanyeol saçmalama. zaten haksızsın. aptal aptal birbirinizi üzmeye devam ediyorsunuz." avuç içlerini sanki ispatlamak istiyormuş gibi boş yola açtı. "görüyorsun, sizin yüzünüzden hepimiz cenaze gibiyiz." iyice soğuyan hava bedenlerini titretmeye başlamıştı. chanyeol'ün koluna tutundu, "o yüzden yalvarırım barışın, buna hepimizin ihtiyacı var." dedi.