"oğlum ne arenası allah aşkına ya! bir adamı keseceksin diye bizi soktuğun hallere bak." diye söylendi oğuz sonunda bara girebildiğimizde.
"aman be oğuz, ayda yılda bir bir şey istemişim çok mu?" diye karşılık verdim ben de yalandan sinirlenerek.
"tamam tamam kızma, şaka yapıyorum." dedi oğuz yürürken. barmene ulaşmaya çalışıyorduk içecek bir şeyler alabilmek için. sonunda sahneye yakındaki bar kısmına ulaştığımızda barmene seslendik.
"buyurun, ne vereyim size?"
"biz iki bira alalım. değil mi adal?" başımı salladım. birkaç dakika içinde biraları almış, sahneye en yakın kısımda duruyorduk. feza'ya geleceğimi söylemiştim ve gelmiştim. beni görmesini istiyordum.
yarım saat kadar oğuzla yüksek sesli müzik eşliğinde bağıra bağıra sohbet etmiştik. etrafımız oldukça kalabalıklaşmıştı, biraz sonra çıkacaklardı herhalde.
"evet arena, bugün nasılız bakalım?" bir adam eline mikrofonu almış kalabalığı selamlamıştı. kalabalıktan bağırışlar yükseldikten sonra adam gülerek konuşmasına devam etti, "bugünü hepinizin beklediğini biliyorum, işte karşınızda sevilen grubumuz 'çengelli iğne'!" grup ismini duyunca bir garipsedim ama kalabalık onları tanıyor gibiydi.
birkaç saniye içinde en önde feza olmak üzere dört kişi sahneye alkışlar ve çığlıklar eşliğinde girdi. feza elektro gitarını boynuna asıp mikrofonun önüne geçti. arkasındaki çocuklardan biri bateriye, diğeri de bas gitara geçmişti. en sonunda feza'nın yanındaki mikrofona da bir kız geçti.
"sesinizi duyalım arena!" dedi feza mikrofona doğru. eşzamanlı olarak yükselen çığlıklar kulağımı tırmalamaya başlamıştı artık. normalde de yüksek seslerden hiç hazetmezdim zaten.
şarkıya başlamadan önce feza'nın gözleri salonda dolaştı. en sonunda beni bulduğunda aradığını bulmuş gibi güldü ve arkadaşlarına başlamaları için işaret verdi.
duyduğum introyla gülümsedim. çok uzun olmayan intronun ardından feza şarkıya girdi tam da gözlerime bakarak.
"anne tepkisi, baba korkusu, abi yargısı, mahalle baskısı,komşunun gözü, ebesinin..." yanındaki kız da katıldı,
"hangisinden kaçmalı, nerelere saklanmalı?"
tekrar feza girdi,
"dayın mı görmüş, halan mı duymuş, deden işitmiş, anneannen küsmüş, babaannen kusmuş içindeki,"
"nefretiyle öfkeyi silmiş atmış her şeyi."feza'nın gözü salonu dolaştıktan sonra bende durdu tekrardan.
"kimseyi takmadan yaşamak varken, uyuyamaz oldum düşünmekten."
"ya bizi böyle yakalarlarsa, kapının ardında sevişirken?
ya bizi böyle gören olursa, koridorda sessizce öpüşürken?"
mikrofonu salona çevirdiğinde ben de dahil herkes tek bir ağızdan söylemeye başladı.
"ANAMIZ BABAMIZ YOK DERİZ!
EVİMİZ YURDUMUZ YOK DERİZ!"sonunda yüksek ses o kadar da canımı sıkmamaya başlamıştı, içtiğim üçüncü biranın da bunda etkisi olduğunu düşündüm.
birkaç şarkı daha söyledikten sonra mola vermişlerdi. feza arkaya geçip su içtikten sonra sahneden inip yanıma adımladı. "gelmişsin." gülümsedim.
"geleceğimi söylemiştim." gülümsedi.
"dizlerin daha iyi mi?" başımı salladım. "kremi sürüyorum, iyileşirler birkaç güne tamamen." o sırada sahnedekilerin çağırmasıyla feza, "görüşürüz, gelirim tekrar yanına." dedi. "tamamdır, ben de bir sigaraya çıkacağım şimdi, beş-on dakikaya gelirim." başını salladı ve sahneye döndü. ben de uzaklaşmış oğuz'u bulup barın açık bölümüne sigara içmeye gideceğimi söyledim.
birkaç dakikalık aramanın sonunda bulabilmiştim balkonu andıran yeri. bir iki kişi vardı sadece, onlar da kendi hallerinde takılıyorlardı. cebimden gelmeden önce aldığım paketi çıkartıp jelatinini söktüm. ağzıma bir dalı alıp yine cebimden çıkardığım oğuz'un çakmağıyla yaktım. paketi ve çakmağı geri cebime koyduktan sonra şehir ışıkları yüzünden çok gözükmeyen yıldızlara çevirdim bakışlarımı.
neden buradaydım, onu bile bilmiyordum aslında. feza'dan etkilenmiştim, bu doğruydu ama neden sırf o çağırdığı için gelmiştim ki? 'çok düşünme adal, akışına bırak' diyen iç sesimi dinlemeye karar verdim en sonunda.
"pardon, bir dal sigaranız var mı acaba?" arkamdan seslenen kişiye döndüm.
tw:taciz
"var, evet." dedim cebimden tekrar paketi çıkarırken. o sırada adamın bana yaklaşmaya başladığını fark ettim. anında burnuma nüfus eden ağır alkol kokusuyla midem bulandı.
"ne yapıyorsunuz?" dedim uzaklaşmaya çalışırken. ben uzaklaştıkça o da bana yaklaşıyordu. korkmaya başlamıştım. hafif çakırkeyif olan kafam anında ayılmıştı.
elini belime attığında yutkundum. neden bir şey yapamıyordum? ses çıkartmak istiyordum, bağırmak istiyordum ama nefes bile alamıyordum. adamın eli aşağıya inerek kalçalarımı bulduğunda gözlerimin dolduğunu hissettim. daha da yaklaşıp dudaklarımı öpmeye başladı. hareket edemiyordum, adamı itemiyordum bile. kalçalarımı sıktığında gözyaşları gözümden firar etmeye başladı. birkaç saniyeliğine dudağımdan ayrılıp fısıldadı, "ağlanacak bir şey yok, kendini bana bırak." başımı hızlıca iki yana salladım korkuyla.
elini pantolonumun düğmesine attığında hıçkırdım. ölmek istiyordum şu an. 'tanrım, ne olur kurtar beni,' diye geçirdim içimden. pantolonumun düğmesini ve fermuarını açtı, elini içeri soktu. şimdi gerçekten nefes alamıyordum. ne kadar bana dokunmaya devam ettiğini hatırlamıyordum, ama tam kendi pantolonunu da çözecekken arkadan birinin onu tutup çektiğini farkettim.
anında yere çöktüğümde hayatımda hiç titremediğim şiddette titriyordum. nefes alamıyordum, başım feci dönüyordu ve bayılmak üzereydim. etraftaki her şey bulanık gözüküyordu gözüme.
biraz sonra birinin beni omuzumdan sarstığını hissettim. "adal! adal!" sesler çok boğuk geliyordu. beni sarsan kişinin hızlıca beni kucağına aldığını hissetmiştim. ne kadar olduğunu fark edemediğim bir zaman sonra barın kapısının önüne çıkmıştık.
"adal, adal beni duyuyor musun?" zorla başımı sallarken sonunda karşımdakinin feza olduğunu anlamıştım.
"panik atak mı geçiriyorsun?" telaşla sorduğunda yine başımı salladım. "tamam, tamam bana bak. adal kaldır başını bana bak." yavaşça kafamı kaldırdım. gözlerimiz buluştuğunda bakışlarında korkuyu gördüm.
"derin nefes al, tamam mı? hadi, beraber alalım." dedikten sonra derin bir nefes aldı. ben de onu tekrar etmeye çalıştım. birkaç kere daha tekrarladığımızda en azından biraz daha sakinlemiştim. titremem azalmıştı ve artık bayılacak gibi hissetmiyordum.
"daha iyi misin?"
"e-evet." demeyi başardım ağlamaktan çatallaşmış sesimle.
"bıraksalardı öldürürdüm o orospu çocuğunu da, neyse." sinirden alnındaki damarın atmış olduğunu görebiliyordum.
"eve gitmek ister misin?" başımı iki yana salladım. "sahile gitmek istiyorum." başını salladı ve çöktüğü yerden kalktı. elini bana uzattığında beni kaldırmasına izin verdim. elimi bırakmadan arabasına götürdü beni. ilk karşılaşmamızda yaptığı gibi önce benim kapımı açıp oturmamı sağladıktan sonra sürücü koltuğuna geçmişti.
arabayı çalıştırdığında oğuz'u aramak aklıma gelmişti. hemen telefonumu elime alıp son arananlardan numarasını bulduğum gibi aradım.
"adal? neredesin oğlum sen?" dedi telaşlı sesiyle.
"özür dilerim, sen eve git, ben yarın anlatırım sana tamam mı?"
"tamam da, iyi misin?"
"evet evet, iyiyim merak etme" dedikten sonra kapattık telefonu. çok geçmeden sahile gelmiştik.
hâlâ hafiften titrediğim için kolunu omuzuma atıp yürümeme yardım etti. kumların üzerine oturduğumuzda cebimden sigaramı çıkarttım, bir dal yaktıktan sonra feza'ya uzattım. o da bir dal yaktıktan sonra paketle çakmağı geri cebime koydum.
"kucağıma yatmak ister misin?" dedi usulca. eliyle kucağını pat-patladıpıbda başımı salladım ve başımı bacaklarına koydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
anamız babamız yok deriz // bxb
Romancetetikleyici uyarısı: depresyon, cinsel istismar, mental bozukluklar. ya bizi böyle yakalarlarsa, kapının ardında sevişirken? ya bizi böyle gören olursa, koridorda sessizce öpüşürken? anamız babamız yok deriz. evimiz yurdumuz yok deriz.