adal
gözlerimi açmamla aklıma feza'nın gelmesi bir olmuştu. en son burada değil miydi, ne ara uyumuştum? etrafa göz gezdirdiğimde odamda olduğumı anladım, perdem kapalı olmasına rağmen içeri giren hafif ışık hüzmelerinden anladığım kadarıyla sabah olmuştu. el yordamıyla yatağın içinde telefonumu arayıp bulduğumda saatin dokuz olduğunu gördüm. gözlerimi birkaç kez kırparak ayılmaya çalıştıktan sonra yatakta doğruldum.
abim evde olmalıydı, dün oğuz'a bugün görüşeceğimizi söylediğimi hatırladım. telefonu tekrar elime alıp son arananlardan direkt numarasını çaldırdım. o bu saatte her zaman uyanık olurdu, uyku düzenine dikkat etmese de sürekli aynı saatte uyuyup uyanırdı.
"alo? adal?"
"günaydın, buluşuyor muyuz bugün?"
"tabi oğlum, deli misin? parka mı geçeriz?" birkaç saniye düşündüm.
"parkta buluşalım ama daha sonra bizim kafeye geçelim ders çalışmaya. çok boşladım günlerdir, toparlamam lazım."
"tamamdır, 15 dakikaya parktayım."
"tamamdır."
telefonu kapattıktan sonra banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım, dün akşam yemek yediğimden olsa gerek yüzüme az da olsa renk gelmişti.
tekrar odama girdiğimde önce üzerimi değiştirdim. bol bir sweat ve klasik bir pantolon giyinmiştim. her zaman sıktığım parfümü de sıktıktan sonra çantamı hazırladım, kenarda biriktirdiğim paradan da bir miktar aldıktan sonra tam kulaklığımı alacaktım ki kırıldığını ve yenisini de almadığımı farkedip küfrettim. günlerdir evden çıkmadığım için eksikliğini hissetmemiştim ama şimdi ne yapacaktım bilmiyordum.
sonunda odadan çıktıktan sonra abimin odasına uğradım, uyuyordu. hafifçe sarsıp uyandırdıktan sonra dışarı çıkacağımı haber verdim. şaşırmıştı ama gülümsedi, ben de gülümseyip önce odadan daha sonra evden çıktım.
her zamanki parka giderken dün akşam abimin dolabından aldığım sigaralardan birimi yaktım. çok geçmeden parka geldiğimde oğuzla göz göze gelip gülmeye başladık, aynı anda girmiştik parka.
hemen koşarak gelip sarıldığında gülmem arttı.
"oğlum neredesin sen ya?" ayrılırken sırtına bir kez vurup konuştum."ufak bir çöküş yaşandı, toparladım ama."
"şükürler olsun be oğlum, özlettin." sırıttım.
"çok konuşma da sigaran var mı onu söyle." kendi sigaram vardı ama oğuzunki ayrı bir tatlı geliyordu, beleş sonuçta.
yarım saat kadar parkta takıldıktan sonra ders çalışmak için sevdiğimiz kafeye geldik. çoğu kişi kütüphanede çalışırdı ama biz bu kafeyi tercih ediyorduk. hafif bir müzik çalardı ve güzel bir atmosferi vardı. siparişlerimizi verip aldıktan sonra büyük masalardan birine geçtik. burada zaten sınav öğrencileri olurdu çoğunlukla, kütüphaneden çok bir farkı yoktu.
karşılıklı oturduktan sonra oğuz aklına bir şey gelmiş gibi kafasını kaldırıp bana baktı, "sana bir şey vereceğim." kaşlarım meraktan çatılmıştı. özel bir gün falan mıydı acaba?
"neymiş bakalım?" çantasından hediye paketi olan bir kutu çıkartıp bana verince iyice meraklanmıştım. bir kutuya bir oğuz'a bakınca güldü, "bakış diye vermedim onu, açman lazım haberin olsun."
paketi açınca gördüğümle gözlerim büyüdü. kulaküstü bir kulaklık almıştı bana, çok pahalı bir şey değildi ama işimi haydi haydi görürdü.
"oğlum ne alaka şimdi? niye para harcadın buna?" dedim gülerken.
"kulaklığın kırılmıştı, üşenip almayacağını da tahmin ettim. pahalı bir şey değil zaten, işini görsün yeter." oturduğum sandalyeden kalkıp masanın diğer ucuna geçtim ve sarıldım. "teşekkür ederim." cevap vermek yerine sırtımı sıvazladı. tekrar yerime geçtikten sonra matematik kitabımı çıkarttım, oğuz da biyoloji çıkarttı. sayısalcıydı, tıp istiyordu. o da mezundu benim gibi ama geçen seneki sonucu da kötü değildi, yalnızca hedefi daha yüksek olduğu için bir sene daha hazırlanmaya karar vermişti.
kronometreyi de çıkartıp başladığımızda ikimizden de çıt çıkmıyordu. normalde asla ciddi duramayan biz ders çalışırken tüm odağımızı derse veriyorduk, bu özelliğimizi seviyordum.
kronometre 3 saati gösterince çalışmayı bırakıp kafeden çıktık.
feza'dan hala haber yoktu, bilerek aramamıştım belki müsait değildir diye ama meraklanmaya başlamıştım.
biz tekrar parka yürürken telefonumu açıp rehberdeki ismine tıkladım
çok geçmeden açtı,
"adal?"
ne diyeceğimi bilememiştim,"feza?"
hafif kıkırtısını duydum telefonun diğer ucundan.
"bir şey mi oldu?" yutkundum.
"ee, şey, dün uyuyakalmışım da, konuşamadık. o yüzden..." iç çekti.
"seni uyandırmadan çıktığım için üzgünüm, sadece çok yorgun görünüyordun ve uykunu bölmek istemedim." gülümsedim. o sırada oğuz bana seslendi, "bir dakika," diye mırıldandım telefona ve oğuz'a döndüm."kanka dershanem var oraya geçmem lazım." başımı salladım o yönünü değiştirirken.
"geldim." dedim tekrar telefona. "buluşmak ister misin bugün?"
"olur. nerede buluşalım?" birkaç saniye durakladı, "sevdiğim bir kafe var, oraya götüreyim seni." başımı salladım ve daha sonra telefonda olduğumuzu hatırlayıp, "tamam olur." dedim.
"tamamdır. neredesin, gelip alayım seni."
parkı tarif ettikten sonra beş on dakikaya geleceğini söyleyip telefonu kapattı. ben de kaydırağın altına oturduktan sonra bir sigara yakıp beklemeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
anamız babamız yok deriz // bxb
Romansatetikleyici uyarısı: depresyon, cinsel istismar, mental bozukluklar. ya bizi böyle yakalarlarsa, kapının ardında sevişirken? ya bizi böyle gören olursa, koridorda sessizce öpüşürken? anamız babamız yok deriz. evimiz yurdumuz yok deriz.