Restaurant,
Mekan iyice dolup taşmıştı. Uzun soluklu kahkahalar, garsonların seri adımlarından taşan kundura sesleri, mutfağın tencere tavası hoparlörlerden akan Tchaikovsky'nin notalarını bastırıyordu. Televizyonun sesi sıfırlanmış, ekranda ise iki teröristin öldürüldüğü iki tanesinin de her yerde arandığı yazıyordu. Huseyn kadehteki son yudum şarabı iştahla dilinin üstüne döktü. Bir yandan tabağını aşındırırken, konuşmayı da ihmal etmiyordu. ''Zaman'' dedi; ''Her şeyin ilacıdır. Tabi ona sahip olabilirsen. Benim için zaman doldu. Artık yirmi yaşında değilim. Kendi adıma bir kahramanlığa giriştim. Pişman mıyım? Hayır! Yine olsa yapardım. Yirmi yıl insanların askıda ki bedenlerini topladım. Ama sonunda yapmam gerekeni yaptım. Bir insana hayatını geri verdim. Genç bir adamın siyasi oyunlara kurban gitmesini engelledim. Bütün hayatımı bu uğurda mahvetmeye değdi mi? Onu da bilmiyorum. Bunu açıklaması zor. Sanırım içgüdüsel olarak, zayıfın tarafını seçtim. Henüz on yaşında bir çocukken de tanrıya adanan kurbanlık koyunların tarafını seçerdim. Babam hayvanın boğazına bıçağı dayarken, ben onun gözlerine bakardım. Elimden bir şey gelmezdi. Sadece acı çekmemesi için dua ederdim.''
Burnu kızarmaya başladı ilk önce Huseyn'in. Ardından gözleri nemlendi. Derin nefes aldı ve arkasına yaslandı. Çatalı bıçağı elinden bıraktı. Şaraptan olsa gerek diye düşündü; hislendi. Duygularını orantısız şekilde dışa vurmaya başlamıştı. Doktor masanın ucunda ki şişeye uzandı. Bir bardak su doldurup Huseyn'in eline verdi. ''Biraz ara verelim. Suyunu iç biraz dinlen. Bu arada bende sana bir hikaye anlatmak istiyorum.''
''Bu, küçük bir balığın hikayesi.'' Diye söze başladı. '' Küçük, şirin balığımızın adı ''Faraj'' olsun. Ustaca kullandığı İki yan yüzgeci, hızlı hareket etmesini sağlayan küçük kuyruğu ve gökkuşağını andıran pulları vardır Farajın. Peki kimdir bu Faraj nerde yaşar, ne yer, ne içer? Yaşlı bir Aborjin şöyle der;
'Dünya derin bir uykudaydı. Gök kuşağı yılanı uyandı uykusundan, yeryüzünde sürünmeye başladı. Dağları, ovaları aştı. Geçtiği yerlerde her şeyi bir kenara itiyordu, bu onun tarzıydı. Her tarafta izlerini bırakmıştı. Sonunda yoruldu, kıvrılıp uzandı bir kenara. Sonra geri dönüp kurbağaları çağırdı. İşte su dolu karınlarıyla kurbağalarda ortaya çıktı. Gök kuşağı yılanı, gıdıklayıp güldürdü onları. Sular ağızlarından çıktı ve izleri doldurdu. Böylece göller ve ırmaklar oluştu.'
İşte bu ırmaklardan birinde yaşar Faraj. Sürüsüyle birlikte ırmağın sığ bir kolunda yaşar. Fakat yorulmuştur artık, nehirde bir yukarı bir aşağı yüzmekten. Çok uzun süredir avlanamamıştır. Aç ve bitkin düşmüştür artık. Nehrin her köşesini, her kayanın etrafını gezer beslenmek için.
Sonunda akıntının sürüklediği bir karıncayı fark eder. Karıncayı takip eder ve sonunda onu avlamayı başarır. Aynı doğrultuda yüzmeye devam eder, sonra bir karınca daha görür sonra bir tane daha. Karıncalar her geçen gün daha da artmaktadır. Faraj da keşfettiği bu yeri terk etmez artık. Karıncalar yeterince karnını doyuruyordur. Sürüsünden uzaklarda yaşamaya devam eder...
Fakat bir süre sonra karıncaların git gide azaldığını fark eder. Sonrada tümüyle kaybolur sudaki karıncalar. Faraj geldiği yere dönmek ister artık ama, ne çare kaybolmuştur. Suyun akıntısına bırakmak ister kendini fakat suda olağandışı şekilde durgundur. Suyun derinliği de azalıyordur sanki günden güne.
Ters giden bir şeyler olduğu kesin. Neler olup bittiğini kavrayamaz ama endişelenmeye başlamıştır. Hesaplayamadığı bir şeyler vardır Faraj'ın.
Suyun içinde olduğu için büyük resmi göremez. Aslında olan şudur; Kışın yağan yağmur ırmakları taşırır. Yükselen sular büyük su birikintileri, küçük göller oluşturur. Sular yükselir ve karınca yuvalarını bir bir basar. Sonra suyun içinde ki balıklar karıncaları avlamaya başlar.
Yağmurlar kesilince uzun bir kuraklık başlar. Taşan sular bir süre sonra set göllerine dönüşmektedir. Balıklar da gölün içinde hapsolmuştur. Ve göl de kurumaya mahkumdur artık. Bu defa avlanma sırası karıncalara gelir. Göl kurur ve balıklar karıncalara açık hedef olurlar. Bu kısır döngü böylece uzayıp gider. Önce balıklar karıncaları yer, sonra karıncalar balıkları. Bizim Faraj'ın da akıbeti karıncalara yem olmaktır, çaresizdir.
Bu hikaye Faraj açısından üzücü olabilir, ama aslında doğal döngünün sonucudur. Ve engellenemez. Eğer dışsal bir güç bu döngüye müdahale ederse. Bu defa ortada ne balık kalır nede karınca. Bazen elimizden hiçbir şey gelmez.''
Henric, hikayesini bitirdi. Huseyn lavaboya gitmek için ayaklandı. ''Birazdan gelirim, müsadenle...'' Elini yüzünü yıkadı. Aynada kendine baktı. Mutluydu, kuş kadar hafifti. Göbeğini içeri çekmekten vazgeçti. ''Artık bir önemi yok ben buyum olduğum gibi''. Anlattıkça ve anlaşıldığını hissettikçe rahatlamıştı. Masasına döndü. Mezelerden bir kaçına yumuldu. Birer kadeh daha içmeye karar verdiler. ''Nasıl bir adamdı?'' diye soru Henric. ''Kim?''
''Mahkum, kaçmasına göz yumduğun, diğer idamına göz yumduğun adamlardan farkı neydi? Her şeyi birlikte düşünüp firarı tasarladınız mı? Yoksa olaylar kendiliğinden mi gelişti?''
''Bu işin ne kadar zor olacağı konusunda en ufak fikrim dahi yoktu. Güvenlik seviyesi çok yüksek bir hapishaneydi. İçerde onlarca, çelikten yapılmış demir kapı vardı. Ve hepsinin anahtarı farklı gardiyanlardaydı. Geceleri avluda ise kocaman köpekler dolaşırdı. Bir mahkum kaçmaya yeltenirse doğrudan saldırmaya programlanmışlardı. Gerçekten büyük köpeklerdi. Ben bile çoğu defa onlardan korkardım. Fakat bunlar onu durdurmaya yetmedi. Kaçmayı kafasına koymuştu. Bir gün onu tahtadan yonttuğu bir anahtarı hücresinin kilidine sokmaya çalışırken gördüm; Az ötede koridorun başında iki başka gardiyan daha olmasına rağmen. Sanırım anahtarı test ediyordu. Onu görmezden gelerek geçip gittim. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Hiç konuşmazdı, sakin soğukkanlı biriydi. Temyizden idam kararının onandığını ona söylediğimde yüzünde ki metaneti ve sağduyuyu görmeliydin. Bu esrarengiz adamın umutlarını elinden almaya gücüm yetmedi. Sanırım onda kendi, suskun gençliğimi gördüm.''
Henric sözünü kesti ''Kimseye söyledin mi?''
''Hayır. Ben biliyordum. Bu yeterliydi. İstediğim zaman onu durdurabilirdim. Kontrolün bende olduğunu düşündüm. Başlarda bunu bir oyun olarak görüyordum. Sürekli onu gözlüyordum. O beni göremiyordu. Ama ben onun her hareketini izliyordum; Sigara içişini, yemek yiyişini, ortalığı kolaçan edişini, kaçışını tasarlarken yüzündeki ifadeyi. Bazen çıkmaza giriyordu. Umutsuzluğa düşüyordu. Kaderini kabullendiğini gözlerinden okuyabiliyordum.''
''Sonra?
''Sonra, infazına bir haftadan az kalmıştı. Onu biraz daha serbest bırakmak için cezaevi müdüründen izin aldım. Bari son günlerini rahat geçirsin diye. Tabii bu, müdüre sunduğum gerekçeydi. Artık istediği zaman avluya çıkabiliyor, duş alabiliyor ve yemek yiyebiliyordu. Kaçış planını tamamlaması için ona yardım etmiştim. Bu fırsatı iyi değerlendirmişti. Kaçmayı deneyeceğinden adım gibi emindim. Ama başarabilmesine imkan yoktu. Bunu biliyordum. Avlunun duvarını aştığı anda kuledeki askerler onu indirirdi. Ya da aşamadan köpeklere yem olurdu.''
''Hapishane nasıl bir yerdi? Mahkumlara yaklaşımınız nasıldı?''
''Ağırlıklı olarak siyasi tutuklular gelirdi. Radikal cihatçı örgüt mensupları, rejim karşıtları, muhalif gazeteciler... Mahkumlara genel olarak iyi davranırdık. Yani olması gerektiği gibi. Tabii her cezaevinde olduğu gibi orada da kafasının dikine giden asiler olurdu. Kurallara riayet etmeyenleri bodrumda ki karanlık hücrelere kapatırdık. Beş gün, on gün duruma göre daha fazla. Sonra en yabani olanı bile yola gelirdi.''
''Daha önce kaçmaya çalışan oldu mu, ya da başarabilen?'' diye sordu Henric.
''Evet, oldu. Beş ya da altı sene önce... Adli bir hükümlü vardı. Üst düzey politikacılarla yakınlığı vardı. Nüfuzlu biriydi. Bir sabah uyandık ve hücresinde yoktu. Başlarda nasıl kaçtığını çözemedik. Sanki hayalet gibi ortadan kaybolmuştu. Hapishaneye gelen yetkililerde üstünde fazla durmadı. Olayın üstü kapatılmaya çalışılıyor gibiydi. Günah keçisi olarak cezaevi müdürü seçildi. Görevden aldılar. Daha sonra gardiyan elbisesi giyerek tüydüğü yönünde duyumlar aldık. Fakat dosya kapanmıştı. Bir daha kimse izine rastlamadı.''
http��y����
ŞİMDİ OKUDUĞUN
''Cenneti Iskalamak''
General FictionEğer damdan düşer gibi bir travmanın, kaosun, fırtınanın, toz bulutunun ya da karanlığın ortasına düşerseniz, paniklemeyin! Bu bir yanılsamadır. Sadece bütünün parçasıdır, bir kesit, anlamsız bir kafa karışıklığı ya da büyük resmin küçük penceresidi...