Bölüm 14

9 2 1
                                    


İtalya,

İşte oradaydı, beyaz elbisesi içinde ışıldıyordu. Onu genişçe terasın sol tarafında, ayaklı şamdanın yanında ki masada sessizce otururken buldu. Kalbi ilk defa böyle çarpıyordu. Bütün vücudu vurulmuş bir kuşun kanatları gibi ürperiyordu. Panelvanın içinde elini tuttuğu andan itibaren sürekli onu düşünüyordu. Gidip yanına oturdu.

''Selam'' dedi. ''Ne yapıyorsun?''

''Sadece denizi izliyorum. Burası çok güzel ve huzurlu. Daha önce gelmiş miydin buraya?''

''Evet. Birkaç ay önce yine buradaydım. Bu oteli seviyorum. Signore Martina da çok iyidir. Hiç yabancılık çekmem burada.''

''Burada ne kadar kalacağız, Paris'e ne zaman varırım.''

''Yarın Roma'ya gideriz. Orada bir iki gün beklememiz gerekebilir. Sonra seni Paris'e yollayacağız.''

''Ya sen, sen gelmeyecek misin?''

''Benim burada işlerim var. İtalya'da kalmam lazım. Ama korkma güvende olacaksın Sana bir pasaport ve kimlik vereceğim onunla her yere gidebilirsin''

Yakında ayrılacaklardı. İkisi de bunu biliyordu. Sirya yeni bir hayata başlayacaktı, yeni insanlarla tanışacaktı. Her şeye sıfırdan başlayacaktı. Ahmet de işlerini bırakamazdı. Hayatını bu şekilde kazanıyordu. Teknede kendine verdiği söz aklına geldi. Bu sondu bir daha kuryelik yapmayacaktı. Fakat ne iş yapacaktı.

''Başka bir yapsan olmaz mı? Sıradan insanlar gibi'' dedi Sirya. Kendisiyle beraber Paris'e gelmesini umuyordu. Aslında bunu bütün kalbiyle istiyordu.

''Fast food dükkanlarında saati beş altı dolara mı çalışacağım, ya da bir restoranda garsonluk mu? Bunlar bana göre değil. Bende istiyorum ama yapamam. Başka hiçbir işten anlamam, vasıfsız bir adamım ben.'' dedi gülerek.

Farzaan çıkageldi. Üstünde yazlık kısa kollu bir gömlek ve altında diz kapaklarının üstüne kadar gelen kareli kırmızı, lacivertli bir şort vardı. Ahmet ''Yakışmış'' dedi ayağa kalkarak. Elini sıktı ve onunla birlikte oturdu.

''Teşekkürler. Ama şorta alışmam gerekecek. Daha önce hiç şort giymedim.''

''Hiç mi?'' dedi Ahmet.

''Hiç''

''Takma kafana alışırsın''

''İstanbul'dayken bana Roma'ya gideceğim söylenmişti. Burada ne kadar kalacağız.'

''Yarın sabah kahvaltı yapıp çıkarız. Roma'ya sizi ben götüreceğim. Sonra yollarımız ayrılacak.''

''Teşekkür ederim Ahmet, her şey için. Sen çok iyi bir adamsın. Seni özleyeceğim.'' Dedi Farzaan eliyle Ahmet'nin omzunu dostça sıkarak.

Altı başlı şamdanın üstünde ki kocaman mumlar eriyerek yarıya inmişti. Saat on bire geliyordu. Terasın arka köşelerinde yere sabitlenmiş eskitme hoparlörlerden, kulağa hoş gelen İtalyanca ezgiler çalıyordu. Sİgnore Martina elinde kare bir tepsinin üstünde dört büyük kahve bardağıyla gelmişti, ''Evet gençler, Macchiato zamanı. İşte burada kahveleriniz.'' Tepsiyi masanın üstüne koyarak boş koltuğa oturdu. ''Bu ellerle hazırladım'' dedi ellerini havaya kaldırarak. Yine her zaman ki gibi neşeliydi ve gülümsüyordu...

Alarm saati çaldı. Saat 08:00 dı. Sirya gözlerini açtı. Uzanıp Zangır zangır çalan saatin kolçağını çevirdi. Güneş pencereden içeriye sızıp odayı turuncu ışıklarıyla dolduruyordu. Sirya yüzünü yıkadıktan sonra üstünü değiştirdi. Yeniden beyaz elbisesini giydikten sonra kalan eşyalarını sırt çantasına doldurdu. Merdivenlerden aşağı indi ve televizyonun karşısında oturan Farzaan'ı gördü. Yemek salonu neredeyse doluydu. Okulda öğrendiği üç beş kelime İngilizcesiyle ''Günaydın'' dedi Farzaan'a. Çantasını sandalyesinin üstüne koyduktan sonra kahvaltılıklarla dolu masanın başına gitti. Koca bir tabağı doldurarak masaya tekrar döndü. Ahmet'yi göremiyordu. Hala uyuduğunu düşündü. Farzaan bir yandan tabağındakileri iştahla yerken, bir yandan da televizyonu izliyordu. Sabah haberlerini dönüyordu televizyonda.

Ahmet otelden içeri girdi. Merdivenlerden çıktı ve gözleriyle bir süre etrafa bakındıktan sonra Farzaan ve Sirya'yı görebildi. Parmaklarının ucunda bir araba anahtarı sallanıyordu. Neşeliydi ve keyfi yerinde görünüyordu. Dudaklarıyla bir melodi tutturarak ıslık çalıyordu. Bir tabak alıp peynir ve pastırmaya benzeyen birkaç dilim et dilimiyle doldurduktan sonra masaya geçti.

''Günaydın'' dedi. masaya otururken. Sirya'yla bir süre bakıştılar. İkisi de keyifli ve mutluydular. Muhtemelen bu birlikte geçirdikleri son gündü. Neden daha cüretkar davranmayacaklardı ki. Nasıl olsa yarın yolları ayrılmış olacaktı. Ve belki de bir daha birbirlerini göremeyeceklerdi. Son saatlerinde birbirlerine kur yapmaları hoşlarına gidiyordu.

Farzaan zeytini ağzında çekirdeğinden sıyırdıktan sonra. Eliyle çekirdeği masanın üstüne bıraktı. Kafasını kaldırıp televizyona tekrar baktığında ise ağzındakileri çiğneyemeden donup kaldı. Dirseği ile Ahmet'i dürttü ve televizyonu gösterdi. Ahmet gördüklerine inanamadı. Kanı donmuştu. Ekranda bir otoyolun kenarında boylu boyunca uzanmış yatan bir adam ve etrafında onlarca polis vardı. Adamın kanlı yüzü buzlanmıştı fakat giysilerinden tanıdı onu Ahmet. Bu Kaptandı. Ahmet ''Hadi gidiyoruz'' dedi. ''Sirya gidiyoruz, hemen şimdi'' diyerek tekrarladı Sirya için.

Otelden ayrıldılar. Birkaç sokak öteden sahile doğru inen merdivenlerden aşağı indiler. Sahil yolunun sağ tarafında park halinde siyah Volvo marka bir araç duruyordu. Merdivenlerin hemen dibinde durdular. Ahmet araca on metre kala etrafı gözetliyordu. Deniz tarafında ki kaldırımda sabah yürüyüşüne çıkmış insanlar dışında sakindi.

Arabaya bindiler. Ahmet arabayı çalıştırdı. Navigasyonun açılmasını bekledi. Açılan ekranda birkaç tuşa bastıktan sonra dokunmatik klavyeye ''Rome'' yazdı. Onlarca seçeneğin arasından bir tanesine rast gele tıkladıktan sonra arabayı sürmeye başladı. 657 kilometre olarak ölçtü mesafeyi makine. İki mil sonra sağa dedi hoparlörden çıkan kadın sesi. Ahmet yolu takip etti. Kadının dediği gibi iki mil sonra karşısına çıkan kavşaktan sağa saptı. Kavşağa girerken büyük yeşil tabelada ok işaretleriyle Napoli ve Rome yazıyordu.

Hacı Ekrem'in limanda Ahmet'ye verdiği paketin içinde pasaportlar ve Roma'da bir otelin ismi vardı. Pasaportları cebinden çıkardı. Farzaan'ın resminin basıldığı pasaportu ona uzattı. Ve diğerini Sirya'ya. ''Bunlar sizde kalacak. Farzaan senin ismin; Kasım Sheriff, Romanya vatandaşısın ve turistsin''. Sonra dikiz aynasından Sirya'ya bakarak

''Sirya ismin Lulia Khristina Bulgar vatandaşısın. Şimdi tekrar et 'My name is Lulia Khristina' ''

''My name is Lulia Khristina, My name is Lulia Khristina''

Yeni ismini hafızasına kazırken, kaptanın cansız bedeni gözünün önüne geliyordu. Yüzü ekranda buzlanmasına rağmen beyaz sakallarının kırmızıya bulandığını görmüştü Sirya.

yKx3w0

''Cenneti Iskalamak''Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin